Kültür-sanat ve sınıf üzerine - İlyas Ceran*

Kültür, en genel anlamıyla bir toplumsal grubun bütün bir yaşam biçimidir. Günümüzün kültür söylemlerini bu tanımlama ışığında ele aldığımızda konunun önemi daha da iyi anlaşılacaktır. 20. yüzyılın başlarından itibaren kapitalizmin en önemli pazar alanlarından birisi olan kültür, kültür endüstrinin ortaya çıkmasıyla birlikte insanlara konforlu ve rahat bir yaşam vaat etmekte, bu yaşam tarzının merkezine de parayı koymaktadır. Bu yönüyle egemenlerin kültür söylemlerinin altında piyasacı bir anlayış yatar ki bu önemlidir. Bir toplumun yaşam biçimi alınır satılır bir meta haline gelmiştir ve sistemin meşru saydığı kültürel değerleri benimsemek dayatılan “modern yaşamın” bir göstergesi durumundadır. Televizyonlarda, gazetelerde, internette ve bütün iletişim araçlarında bu yaşam biçimi insanlara kabullendirilir ve sistemin meşrulaştırdığı kültür değerlerinin dışında, ona karşı ya da alternatif bir yaşam tarzına da savaş açılır. Zevkler ve renkler yeniden şekillendirilir ve sistem bunu zevkler ve renkler tartışılmaz diyerek sadece bireysel bir haz durumuymuş gibi göstermeye çalışır. Burada değinilmesi gereken nokta ise bu durumun ekonomik bir kaynağının olduğudur. Marks, kültür için “ekonomik altyapının bir yansımasıdır” demektedir. Bu nedenle kültür, kapitalizmin kendi varlığını sürdürebilmek ve karşıtlarını pasifize etmek için kullandığı bir propaganda aracıdır. Toplumda yaratılan suni değerler üzerinden bir pazar ilişkisi ortaya çıkartır ve bir toplumun yaşam biçimi böylece şekillendirilmiş olur. Müşterileştirilen bireyler bu yaratılan piyasacı ve rekabetçi kültür değerlerinin birer yılmaz savunucusu durumuna gelir. Bu şekilde sömürülen sınıfların bilinci onu sömüren sınıfların kültür değerlerine kanalize olur. Aynı gelirlere sahip olmadığı halde aynı tüketimi yapmaya çalışır, kendi sınıfının değerlerini yadsımaya başlar ve egemen kültürel yaşam tarzının bir parçası olmaya çalışır. Ancak bu ait olma hiçbir zaman gerçekleşmez çünkü sınıfına yabancılaşan bireyin yaptığı, tüketici olarak, kendini sömüren sınıfa destek vermekten başka bir şey değildir. Bu gerçekten ait olma ancak kendi üretim modelinin ve ekonomik ilişki tarzının değişmesiyle mümkündür.

Bu piyasacı ve rekabetçi kültür anlayışının hakim olduğu en önemli alanlarından biride sanattır. Sanat, bugünkü sanat tanımına kavuşmadan önce toplumsal ve bireysel ihtiyaçlar üzerine ortaya çıkmış, toplum-birey ilişkisiyle gelişen duygu ve düşüncelerin bir dışavurumu olarak kendi alanını var etmiştir. Resim, heykel, mimarlık gibi alanlar toplumdaki dini, ulusal ve kültürel değerleri görsel bir anlatım unsuru olarak işlevselleşmiş, var olan yaşamsal değerlerin estetikle kurgulanmış farklı bir dili olmuştur. Müzikle bu iş daha farklı boyutlar kazanmış, işçilerin iş zamanı yaptığı müzikler motivasyon aracı olmuş, çoğu zaman var olan sosyal koşullara bir şikayetin iletim aracı olmuştur. Bu nedenle her sanat ürünü, dikkatli incelendiğinde üretildiği zamanın toplumsal değerlerini ve çatışmalarını taşır. Sanatın bir ifade yöntemi, yaşanan maddi sürecin bir ürünü olduğunu kabullendiğimizde karşımıza alternatif bir tarih okuması çıkmaktadır. Olayları, yaşanan süreçleri algılayan ve kendi bulunduğu alandan doğru nesnelleştiren sanatçı, aslında önümüze konulan tarih anlayışının alternatif bir okumasını vermektedir. Bu anlamıyla tarihi, sınıfsal olayları ve süreçleri aktaran alanlardan birisi olarak sanat, onu incelemesini ve yorumlamasını bilen düşüncelerin elinde güçlü bir silahtır.

Her sınıf kendi sanatsal ürününü üretir ve sanat tarihi sınıf tarihiyle eş zamanlı olarak ilerler. Bu ilerleyişte egemenler kendi sanat ürünlerini, ezilen sınıflar ise kendi sanatsal ürünlerini ortaya koyarlar. O nedenle sanat bir zevk ya da haz alma alanı olmasından öte, yaşamda var olma şeklinin bir aynasıdır. Dolayısıyla her sanat ürünü onu üreten sınıfın bütün bir yaşam tarzını ele verir. Bu nedenle hakim sınıflar, kültür ve sanat alanlarını, kitleleri kontrol altına alabilmek ve kendi lehlerine şekillendirebilmek, kendi meşruiyetlerini sağlayabilmek için en önemli alanlardan biri olarak görürler. Bunu yaparken onu tüketen kitle üzerinden hem para kazanırlar hem de toplumun var olan ilerici dinamiklerini çürütürler. Kendilerini hedef alan ve tehlike gördükleri kültür ve sanat ürünlerine ya devlet aracılığıyla müdahale edip yasaklarlar ya da o ürünün topluma ulaşabilme imkanlarını ortadan kaldırmaya çalışırlar. Müzik, bu kullanıma en fazla uyan sanat alanlarının başında gelmektedir. Özellikle pop müzik olarak tabir edilen müzik türünü toplumu kendi gerçeklerinden uzaklaştırarak, popüler kültür değerleriyle harmanlanmış, anlık hazlara ve tüketime dayalı bir ürün olarak halka sunarlar. Bunu yaparken bazen bastırılmışlığın bir hastalık olarak ortaya çıktığı erotik imgeleri kullanarak, bazen milliyetçi söylemlerle bazen de toplumun folklorik öğeleri gibi kültürel değerlerini kullanarak yaparlar. Burada önemli olan bunu, etki altına almaya çalıştıkları ve müşterileştirdikleri kitlelerin çatlaklarından sızan değerlerle yapmalarıdır. Burada amaçlanan basit ve zihni yormayan, anlık tüketime dayalı, toplumsal gerçeklerden uzak ve sanatı algılamada en önemli etkenlerden birisi olan düşünme yetisini devre dışı bırakan apolitik ve piyasacı bir sanat alanının yaratılmasıdır. Hakim olan kültür sanat değerlerinin kitlelere pompalanması, kitleleri edilgenleştiren bir üslubun kullanılması, ezilen sınıfının kendi sınıfına yabancılaşmasını da birlikte getirir. Bu yabancılaşma sınıfın yükselen hak arama taleplerini manipüle eden en önemli faktörlerden biridir.

Konuyla bağlantılı olarak son zamanlarda gündeme gelen Arabesk müzik tartışmasıda önemle ele alınması gereken konulardan birisidir. Fazıl Say’ın Arabesk hakkında sarfettiği sözler aslında ülkemizde elitist kültür sanat anlayışının bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Say’ın rahatsızlığı büyük oranda Arabeskin getirdiği yaşam tarzı ve bunun müzikteki karşılığıdır. Halkın daha kültürlü olması gerektiğini söylerken Arabeski kültürsüzlük olarak ele almaktadır ki zaten bu anlayış kültürün karşılığı olan bir yaşam tarzının nasıl daha iyi olup olamayacağı sorusunu gündeme getirir. Say’ın haklı eleştirilerinin en başında Arabesk yaşam tarzının getirdiği bohemlik ve kadercilik anlayışı gelmektedir. Kendi bulunduğu sanat alanından bakıldığında eleştirilerinde haklı görünmektedir. Çünkü Say, bir burjuva sanatçısı duyarlılığı göstermektedir ve bunu da gayet iyi niyetle yaptığı ortadadır. Ancak sadece iyilik yetmez ve ekonomik olarak üst tabakada olan, Avrupa’nın burjuva sınıfının paralelinde gelişen bir yaşam tarzından ve sanat algısından referans vermektedir ki bu karşısına aldığı kültürü anlamamak için belki de en iyi bahanedir. Tartışmanın kaynağını özetleyen en keskin söylem ise bu müzik kültürünün karşıtı olarak klasik, caz vs. gibi müzik türlerini göstermesidir. Bu esas itibariyle sekterce bir yaklaşım tarzıdır. Çünkü burada kültürlülük dinlediğimiz senfonik eserlerle, gittiğimiz tiyatro gösterileriyle vs. ölçülmektedir. Bu sanatsal faaliyetlerde bulunmayanlara ya da bulunamayanlara, bunun yerine kendi yaşamsal faaliyetlerinin bir karşılığı olan kültür ürünlerini tüketenlere kültürsüz etiketini mi vurmalıdır? Bu nedenle yazının başında da belirttiğimiz gibi bu durum ekonomik ve sosyal konumların farklılıklarına göre açıklanabilir ve yeniden hatırlatmak gerekir ki her sınıf kendi kültürünü yaratır. Bu da herhangi bir kültürün diğerinden daha kıymetli olup olmadığından öte içinde barındırdığı sınıfsal çelişkileri ve toplumda varoluş şeklinin önemini ön plana çıkarır.

Arabesk bir kültür ve müzik çeşidi olarak Türkiye tarihinde büyük öneme sahiptir. Genel bir kültür olarak ülkemizde uzun bir geçmişe sahiptir ancak bizim dert edinmeye başladığımız süreç 1970’lerde başlar. Bu sürece dikkat ettiğimizde halkın hak arama mücadelelerini yükselttiği ve işçi sınıfının yükselen sesinin artık kulakları tırmaladığı dönemlerdir. Elbette sanat alanı da bu durumdan dolaylı olarak etkilenmiş ve oldukça politik ve toplumcu sanat anlayışı tırmanışa geçmiştir. Ve doğal olarak devlet bu hareketi bastırabilmek ve mevcut sınıfsal çıkarları koruyabilmek adına bütün gücüyle saldırıya geçmiştir. O dönemlerde Cumhuriyetin bir kültür politikası olarak uygulanan sanat anlayışı TRT’de hakimken, Arabesk müzik ve bunu icra eden müzisyenlerin TRT’de çıkması uzunca bir süre engellenmiştir. Fakat toplumsal muhalefet tırmanışa geçtiği vakit bir gece ansızın TRT karar değiştirerek yayınlarında 4 saat aralıksız arabesk müzik yayınlayarak bu engeli kaldırmıştır. Bu durum devletin tırmanan bu süreci manipüle etmek ve radyo-televizyon yoluyla bu kaderci yaşam tarzını artan hak arama mücadelelerini bastırma düşüncesiyle ortaya çıkmıştır. Arabeskin ortaya koyduğu kadercilik anlayışı ve var olan durumun tanrının alınlarına yazdığı bir yazı olarak algılanması, sınıf mücadelesini çürüten en önemli etkenlerden birisi olmuştur. Özellikle yoksul mahallerinde ve gecekondulardaki kötü koşullarda yaşayan, barınma, sağlık, eğitim ve gelecek güvencesi olmayan ezilen kitlelerin taleplerini kadercilik anlayışıyla ortadan kaldırmaya çalışması en önemli unsurlardan bir tanesidir. Bunun içindir ki Arabesk kültür ve müzik, işçi sınıfının önünde mevcut sisteme karşı bir darbe emici görevi görmektedir. Bu durumla ilgili Ferdi Tayfur bir röportajda şöyle söylemektedir; “Eğer bizim müziğimiz olmasaydı seksen dönemlerinde insanlar ayaklanırdı.” Bu nedenle bu sadece bir müzik sorunu olmaktan öte, bireylerin mücadele dinamiklerini elinden alan sistemin yarattığı kültür sorunudur.

Sonuç olarak sınıf mücadelesi veren Türkiye sol hareketinin kültürel durumları iyi değerlendirmesi, daha ilerici ve devrimci kültür-sanat değerlerinin yaratılmasına katkı sunması gereklidir. Kendi bulunduğu alandan hareketle piyasacı, popülist ve kaderci sanat üretimlerine karşı, toplumu tüketici konumdan çıkartacak, bireyleri düşünsel olarak da geliştirecek bir kültür-sanat zemininin oluşturulması zorunludur. Sol adına yapılan sanatsal üretimlerde bir ifade aracı olarak kullanılan sanat alanının en iyi şekilde kullanılması, kaba ve basit anlatımlardan kaçınmaları gerekmektedir. Çünkü sınıf adına yapılan sanat, siyaset üretenlerin ve bu siyasetin muhatabı olan kitlelerin ifade gücünü güçlendirmelidir. Aksi taktirde karşıtı olduğunu söylediği mevcut kültür ortamından farklılaşamaz ve hakim kültürün argümanlarına bağımlı kalarak kendi dilini ve üslubunu yaratamaz.

* İlyas Ceran
Kazım Koyuncu Kültür Merkezi’nde müzik eğitmeni, Müzikolog

Posted by Halksanat on 06:54. Filed under , , , , , , , . You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0

0 yorum for Kültür-sanat ve sınıf üzerine - İlyas Ceran*

Görüş belirtebilirsiniz

İletişim...

Her türlü eleştiri, görüş ve katkınızı admin@halksanat.orgadresine ya da iletişim formunu kullanarak iletebilirsiniz.

Yazarlar

dımtıs

Büyüteç

Loading...

2011 Halksanat --Copyleft