Farkın farkı üzerine - Süreyya Karacabey
yazıçeviri 09:49
Dünyanın değişime ihtiyacı olduğunu söyleyenlerin, daha yaşanır bir dünya için uğraş verenlerin, değiştirmeye kendilerinden başlamaları gerektiğini düşündüm hep; teorik düzlem ile bedensel konumlanış arasındaki mesafenin yarattığı uçurumdan düşüp kaybolanları çok gördüm; gündeliğin yarattığı toz duman içinde yalın bir duruşu tesis etmenin ve bunu sürekli kılmanın ağır siyasi tartışmaları sürçmeden gerçekleştirmekten daha zor olduğunu da gösterdi bana geçirdiğim zaman.
Anladım ki hedeflenenin anlamsal içeriğini kendi dilimize tercüme edemiyorsak bize hiçbir şey vermiyor mücadele siyaseti, tersine aynı zamanda yeni bir öznelliğin imkanlarını kurmaya çalışanlar siyasete bir anlam veriyor. Dolayısıyla “gündeliğe direnmek” küçümsenmeyecek denli yıkıcı bir özne faaliyetine açılmakta ve durmadan uzak bir geleceğin sonrasına ertelediğimiz yeni insan ve davranışları meselesi ayağımıza dolanmakta ve esasında uzak geleceğin de ufuktan kaybolmasına yol açmakta. Yani benim için teferruatlar önemli ve teferruatların, dikkate alınmadığında bir hakikat arayışında olanları savuracak denli güçlü olduğunun da hem sezgisine hem bilgisine sahibim.
Özne de tıpkı hakikat gibi bir projedir, inşa halindedir ve yaratılması gerekir ve bu süreçsellik karakteri bize, yolun sonu kadar yolun nasıl yüründüğünün de önemini gösterir; en az amaç kadar önemlidir araç ve özlediğimiz “hakikat siyaseti”, amaç için her türlü aracın mübah olmadığı bir “hakikat etiğinin” içinden gelişecektir ve burada sanırım her türlü düzlemde önemli olan, “düşmana” benzememek ve onun dilini reddetmektir. Benzerliklerden değil de farktan üretilecek bir duruşa kafayı takanlar için elzem olan şey, yanlış olduğu teyit edilenden uzak durmaktan çok, doğruluğu konusunda şüphe duymadıklarımızı eleştirel bir okumadan geçirmeyi başarmak olacaktır.
Zor olan, yanlışlardan kaçınmak değil, doğruluk tuzaklarından kendimizi korumaksa, burada iş çetrefilleşecek ve bize doğruyu yanlıştan ayırmak için belki de gelenek hiç yardım etmeyecek. Bir zamanlar başkalarının olmadığı gibi olmak ve düşünmediği gibi düşünmek gerekecek, birtakım ezberleri unutmak için uğraşmak gerekecek. Ben hala insandan ümidini kesmemiş kazlardan biri olduğum için bu meseleyi didiklemeyi sürdüreceğim ve kendimi de dahil ettiğim doğru öznelleşme süreçleri için, doğru sandığımız aldanışlar için “epik müdahaleyi” işlevsel kılmanın yollarını arayacağım.
Bu “arkası yarın” kurgusuna açılan yazıda, girizgahın ilk örneğini verebilmek için, aklıma ilk gelen soruyu soracağım, neden kendini sistem eleştirisine adamış kurumlar, örgütler, dergiler kurumsallaşmanın ilk işareti olarak birilerine ödül vermektedirler? Neden karşı çıktıkları kapitalizmin tözüne içkin olan rekabetçi mantığın en saydam göstergesini çekincesiz kullanırlar?
Ödül vermek, veren açısından kendini bir yerde konumlandırmaktır ve bu konumlanış tartışmaya muhtaç değil midir? Özellikle ödül mekanizmalarının tuhaf bir enflasyon içinde kendi anlamını azalttığı bir ülkede, çok mu gereklidir birilerine bu yolla teşekkür etmek? Daha yaratıcı ve yaygın olana benzemeyen bir yol bulmak imkansız mıdır? Şart mıdır yapılmış olanı tekrarlamak, niyeti ne olursa olsun bu tekrarlar, sisteme içkin yapılanmaların yeniden üretilmesi değil midir? Yarışmaları, başarının simgesel belgesi haline gelmiş ödüllendirmeleri sistemin tanımadıklarını onurlandırmak için, onların unuttuklarını hatırlatmak için bile sürdürdüğünüzde aslında vuku bulan, sistemin negatif bir imgesini üretmektir. Bu imge ise sahici bir olumsuzlamadan çok, tersinden bir olumlama efekti üretmektedir. Öyle değil midir? Bir dil ve onun grameri nasıl reddedilir sorusu asal meselemizse, öznenin ve fiilin yerini değiştirerek elde edeceğimiz cümleyi nasıl yıkıcı addedeceğiz?
Nasıl babaların diliyle yeni bir öznelliği inşa edemezsek, kullandığımız dili sorgulamadan, farkına varmadan düştüğümüz ittifaklardan kurtulmadan da hakiki bir ayrışmadan söz edemeyiz, sonra o kadar çok benzeriz ki onlara –Allah benzetmesin- birilerini, başka düşlerimiz olduğu konusunda ikna bile edemeyiz.
Fark esastır, kopuş esastır, ve asıl etkisini siyasi bir programın iyi niyet mektubundan çok yaşamın içinde gösterir, severken, bir eve girerken, bir insana yönelirken her yerde ama her yerde bir üslup edinmemizi gerektirir. Üslup bir teferruattır yani her şeydir, jestler kalmamışsa bile yeniden üretilmelidir.
Anladım ki hedeflenenin anlamsal içeriğini kendi dilimize tercüme edemiyorsak bize hiçbir şey vermiyor mücadele siyaseti, tersine aynı zamanda yeni bir öznelliğin imkanlarını kurmaya çalışanlar siyasete bir anlam veriyor. Dolayısıyla “gündeliğe direnmek” küçümsenmeyecek denli yıkıcı bir özne faaliyetine açılmakta ve durmadan uzak bir geleceğin sonrasına ertelediğimiz yeni insan ve davranışları meselesi ayağımıza dolanmakta ve esasında uzak geleceğin de ufuktan kaybolmasına yol açmakta. Yani benim için teferruatlar önemli ve teferruatların, dikkate alınmadığında bir hakikat arayışında olanları savuracak denli güçlü olduğunun da hem sezgisine hem bilgisine sahibim.
Özne de tıpkı hakikat gibi bir projedir, inşa halindedir ve yaratılması gerekir ve bu süreçsellik karakteri bize, yolun sonu kadar yolun nasıl yüründüğünün de önemini gösterir; en az amaç kadar önemlidir araç ve özlediğimiz “hakikat siyaseti”, amaç için her türlü aracın mübah olmadığı bir “hakikat etiğinin” içinden gelişecektir ve burada sanırım her türlü düzlemde önemli olan, “düşmana” benzememek ve onun dilini reddetmektir. Benzerliklerden değil de farktan üretilecek bir duruşa kafayı takanlar için elzem olan şey, yanlış olduğu teyit edilenden uzak durmaktan çok, doğruluğu konusunda şüphe duymadıklarımızı eleştirel bir okumadan geçirmeyi başarmak olacaktır.
Zor olan, yanlışlardan kaçınmak değil, doğruluk tuzaklarından kendimizi korumaksa, burada iş çetrefilleşecek ve bize doğruyu yanlıştan ayırmak için belki de gelenek hiç yardım etmeyecek. Bir zamanlar başkalarının olmadığı gibi olmak ve düşünmediği gibi düşünmek gerekecek, birtakım ezberleri unutmak için uğraşmak gerekecek. Ben hala insandan ümidini kesmemiş kazlardan biri olduğum için bu meseleyi didiklemeyi sürdüreceğim ve kendimi de dahil ettiğim doğru öznelleşme süreçleri için, doğru sandığımız aldanışlar için “epik müdahaleyi” işlevsel kılmanın yollarını arayacağım.
Bu “arkası yarın” kurgusuna açılan yazıda, girizgahın ilk örneğini verebilmek için, aklıma ilk gelen soruyu soracağım, neden kendini sistem eleştirisine adamış kurumlar, örgütler, dergiler kurumsallaşmanın ilk işareti olarak birilerine ödül vermektedirler? Neden karşı çıktıkları kapitalizmin tözüne içkin olan rekabetçi mantığın en saydam göstergesini çekincesiz kullanırlar?
Ödül vermek, veren açısından kendini bir yerde konumlandırmaktır ve bu konumlanış tartışmaya muhtaç değil midir? Özellikle ödül mekanizmalarının tuhaf bir enflasyon içinde kendi anlamını azalttığı bir ülkede, çok mu gereklidir birilerine bu yolla teşekkür etmek? Daha yaratıcı ve yaygın olana benzemeyen bir yol bulmak imkansız mıdır? Şart mıdır yapılmış olanı tekrarlamak, niyeti ne olursa olsun bu tekrarlar, sisteme içkin yapılanmaların yeniden üretilmesi değil midir? Yarışmaları, başarının simgesel belgesi haline gelmiş ödüllendirmeleri sistemin tanımadıklarını onurlandırmak için, onların unuttuklarını hatırlatmak için bile sürdürdüğünüzde aslında vuku bulan, sistemin negatif bir imgesini üretmektir. Bu imge ise sahici bir olumsuzlamadan çok, tersinden bir olumlama efekti üretmektedir. Öyle değil midir? Bir dil ve onun grameri nasıl reddedilir sorusu asal meselemizse, öznenin ve fiilin yerini değiştirerek elde edeceğimiz cümleyi nasıl yıkıcı addedeceğiz?
Nasıl babaların diliyle yeni bir öznelliği inşa edemezsek, kullandığımız dili sorgulamadan, farkına varmadan düştüğümüz ittifaklardan kurtulmadan da hakiki bir ayrışmadan söz edemeyiz, sonra o kadar çok benzeriz ki onlara –Allah benzetmesin- birilerini, başka düşlerimiz olduğu konusunda ikna bile edemeyiz.
Fark esastır, kopuş esastır, ve asıl etkisini siyasi bir programın iyi niyet mektubundan çok yaşamın içinde gösterir, severken, bir eve girerken, bir insana yönelirken her yerde ama her yerde bir üslup edinmemizi gerektirir. Üslup bir teferruattır yani her şeydir, jestler kalmamışsa bile yeniden üretilmelidir.

çok güzel olmuş