Kültür ve Medya - Emrah Cevher
fikir havuzu, kültür, manşet, medya, yazıçeviri 14:33
Bu iki kavram 21. yüzyıl iletişim çağının anahtar sözcüklerindendir. Medya ve kültür ilişkisi, küreselleşme olgusuyla da yakın temas halindedir. “Global Köy” olarak addedilen bugünün dünyası (iletişim bilimi insanı Marshall McLuhan’ın aynı isimli kitabından detaylıca bakılabilir), hangi araçlarla ve kimin için hizmet vermektedir? Medya bu araçlardan biri midir? “Koca bir köy”e döüştürülen dünyada, kültür etkileşimi nasıl yaşanmakta ve şekillenmektedir? Kültür emperyalizmi, alt ve üst kültür kavramlarının nasıl şekillendiği ( birbirlerini nasıl şekillendirdiği veya üst kültürün alt kültürü nasıl biçimlendirdiği ve konumladığı), önemli tartışmalardır. Biraz daha temele inip kültür ve medyanın tanımlarıyla başlayalım.
Kültür: bir yazara göre, insanın üretebildiklerinin tümü, başka bir yazara göre, duyuş, düşünüş ve davranış biçmidir. Yaygın olarak kabül gören Edward B. Taylor’ın tanımına göre kültür, insanın, toplumun bir parçası olarakelde ettiği, bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, adalet ve diğer yeteneklerile alışkanlıklardan oluşan karmaşık bir bütündür.[1]
Medya ise, Latincede ortam, araç anlamına gelen medium kelimesinin çoğulundan gelmiştir. Kendini, görsel, işitsel ve hem görsel hem işitsel olmak üzere üç ana başlıkta toplar. Teorik olarak eğlendirme, bilgilendirme ve eğitme gibi misyonlar yüklenen medya, Louis Althusser’e göre, devletin en temel ideolojik aygıtlarından biridir ve medyanın eğlendirme, bilgilendirme ve eğitme tarzı belli çerçeveler içinde, belli çerçeveler oluşturmak için kullanılır.
Kültür ve medya ilişkisini bir etkileşim süreci olarak değerlendirebiliriz. Bu noktada hangisinin belirleyici-dominand (temel-baskın) olduğu önem arz eder. Alt yapı-üst yapı perspektifinden bakacak olursak, kültürün üstünde şekillenen medyayı farkederiz. Bu şekillenme bir süre sonra kültürü biçimlendirme gücüne sahip olur. Tartışmaları liberal eksenle marksist eksen arasında devam eden bu konu iki karşılıklı tezi doğurmuştur.
Liberallere göre medya ve sanat toplumun aynasıdır. Marksistlere göre de medya ve sanat şekillendirici unsurlardır. Yani medyada yoz bir kültürün yasıması, liberallere göre, toplumun yozlaşmışlığını ifade ederken, marksistlere göre toplmu yozlaştırmaya yönelik çalışmaları ifade eder. Egemen sınıfların hüküm sürdüğü “medya krallıkları” kendi meşruiyetlerini ve devamlılıklarını sigortalayan kurumlara dönüşürken, marksist perspektifin daha gerçekçi olduğu görülebilir. Örneğin: “Sosyologlar, televizyon haberlerini izlemeye büyük önem vermişlerdir. Televizyon haberleri üzerine, Glasgow Üniversitesi’ndeki bir araştırmacılar grubu – Glasgow iletişim grubu – tarafından yapılan bir dizi çalışma bulunmaktadır. Haber sunuşlarının belirli özgül biçimlerde yalınlık gösterdiğini ileri süren bu grubun çalışmaları, bugün hala süren uzun bir tartışma başlatmıştır.”[2] “Dünya genelindeki iletişim araçları sektörleri, aynı zamanda çok büyük şirketlerin egemenliği altına girme eğilimi göstermektedir. Bunlardan birkaçının başında, çok bilinen iletişim araçları girişimcileri bulunmaktadır; bunların en çok tanınanı da Rupert Murdoch’tır. Bu durumu eleştiren pek çok kişi, iletişim araçlarının gücünün, demokratik uygulamalar açısından güvenilir görmedikleri böyle güçlü bireylerin elinde toplanmasından kaygı duymaktadır.”[3]
Tüketim odaklı postmodern yaklaşımlarında konuya dair tespitleri bulunmaktadır. “Tüketimin, artık bireyin özgün bir etkinliğinden çıkıp zorunluluğa dönüştüğü”nü söyleyen Baudrillard’ın yaklaşımı buna örnektir. Kitle iletişim araçlarını iletiyi, “hedef kitleye” ulaştırmak görevi bir tarafa, araçların başlı başına bir ileti olduğu görüşü Baudrillard’e hakim olan görüştür.
Güçler ayrılığı olarak nitelendirilen yasama, yürütme ve yargı’nın toplumlar üzerindeki yaptırım gücü, toplumu şekillendirmede başat rolü üstlenen medyaya büyük bir “saygınlık kazandırmış görünmektedir. Artık dördüncü güç olarak da lanse edilen medya, bir taraftan küreselleşmeyle iç içe, bir taraftan yerel motifler ve değerlerin maskesi altında değiştirici ve dönüştürücü gücünü olabildiğince kullanabilmektedir. “popüler” olanı yaratıp “popüler” planı var etmekte, kendine “sürekli ötekiler” oluşturmaktadır. “Popüler”i şekillendiren bir üst kültür, popülerin şekillendirdiği – şekil vermeye zorladığı – alt kültür kavramı da bu noktada var olmaya başlamaktadır.
“Medya çağı, bir gösteri çağıdır. Gösteri çağıysa, ideolojinin yerine kozmetiğin geçtiği, hakikatin imaja yenik düştüğü, her şeyin eğlenceli bir biçimde sunularak içeriksizleştirildiği, müthiş bir enformasyon bombardımanının insanları parçalara ayırarak tepkisizleştirdiği, hafızanın kaybolduğu, algılama ve muhakeme yeteneğinin azaldığı bir dönemdir.”[4]
Uzun uzadıya devam edilebilecek bu konuda eminim daha değinilecek, tartışılacak birçok nokta vardır. Akla gelen, “kendimce” önemli bulduğum yerlere ufaktan değinerek yazılmış olan bu yazıda, unutulmuş, geçilmiş konu başlıklarının ve sizin affınıza sığınıyorum.
