Müzik ve şenlik – Ali Ergur

Festivallerin Yiten Anlamı Üzerine.....



İnsanlık tarihi boyunca şenlik ve perhiz, birbirlerinin ters yüzleri olarak hep birlikte varolmuşlardır. Dinsel olanla din-dışı olanın çatışması ve bu kutuplaşmadan doğan denge, toplumsal yaşamın da evrensel özrüdür aslında. İnsan türü, diğer canlılar arasında emeğine bilincini katıp belirgin bir şekilde eylemini üretime dönüştüren bir özelliğe sahiptir. Bu anlamda insanın edimleri, kısmen de olsa tesadüfîliğin belirsiz akılcılığından kurtulmuş, üretimiyle bağıntılı hale gelmiştir. Belli başlı üretim alanları, tarımdan sanayiye uzanan geniş bir çeşitlilik yelpazesindeki maddi boyutta olduğu kadar, düşünce evreninin sürekli olarak geliştirilmesine yönelik maddi-olmayan boyutta da biçimlenmişlerdir. 

İnsanı kendi varlığı ve ürünü üzerinde yanı düşünmeye sevk eden, diğer bir deyişle bütün bir insanlık tasavvurunda sürekli gelişen bir düşünümselliği besleyen üretim alanı da, zaten bu maddi-olmayan üretimler, elbette hiçbir toplumda birbirlerinden ayrı durmazlar; tam tersine, birbirlerini belirleyen, dönüştüren, etkileyen bir bütünlük içinde ortaya çıkarlar. Bu noktada, her iki alan arasındaki etkileşimin yanı sıra, bir de asimetrik bir ilişkinin varlığından söz etmek gerekir. Zira maddi-olmayan üretim, bir kez oluştuktan sonra belli ölçüde özerkliğe de sahip olan bir alan olmakla birlikte, asıl önemini, maddi üretimin kodlanmasında, simgeleştirilmesinde bulur. Öyleyse maddi-olmayan üretimin hem maddi üretimle etkileşen hem de onu simgeleyen bir boyutu olduğunu düşünebiliriz. Böylece insanın, diğer canlı türlerinden ayrılan en temel farklılık noktası belirginleşir: İnsan yalnızca üreten değil, üretimini simgelerde şifreleyen bir varlıktır. Kendi varlığının farkındalığına ve gelişkin bir belleğe sahip olan insan, emek sürecinde biriktirdiği malumatı bilgiye tahvil edebilen tek canlıdır. Bu ayrıcalıklı konumu sayesinde yaşam deneyimlerini, yalnızca bir bireyin ömrüyle sınırlı olmadan, kuşaktan kuşağa aktarabilme yeteneğine sahip olur. İnsanlık bütününün zaman ve mekan-aşırı varoşlunda, yarattığı simgesel alanın doğrudan belirleyiciliği vardır; çünkü kamusallaşmış simge, aynı zamanda ölümsüzlüğün anahtarıdır. 

Yazının keşfinden öncesine ait derin tarihsel boşluk hakkında, bugün ancak müphem ve spekülatif  kertizler edinerek sınırlı görüşler ileri sürebiliyoruz. Yine de diğer temsil öğeleri, üretim nesneleri, doğal çevre elemanlarının kalıntıları sayesinde kimi fikirler edinebiliyoruz. Oysa bugüne taşıyamadığımız, -ama sesin insanla olan organik bağı düşünüldüğünde- belki de en eski ifade aracı olan müziği, günümüzde yeniden inşa etmeye çalışmak, diğer maddi –olmayan ögelerin tanımlanmasından çok daha güç; hatta aslında olanaksızdır.
Ses, insan gövdesinin doğal bir ögesi olarak ona çağlar boyunca eşlik etmiştir. Doğal sesten müziğe evrilen süreçte, sesin bütün toplumsal boyutları, maddi ve maddi-olmayan üretimin bütün olası ifadeleri, üzerinde  anlaşılmış ses kodlarına dönüştürülmüştür. Müzik, bu anlamda bir yanda maddi üretime eşlik etmiş, diğer yandan, ondan türeyen düşünce, değer, inanç, norm ve bilginin aktarılmasına yarayan bir simgesel alan haline gelmiştir. İşte bu noktada, müziğin ikili işlevinin altını çizmek gerekiyor: Müzik, doğanın güçlerinin üstünlüğü karşısında şükran hisleriyle bağlanılması ve insana lütfedilmiş bu cömertliğe yetingenlikle yanıt verilmesi gereken tapınma ritlerine olduğu kadar, bu kaçınılmaz olarak baskıcı ve sürekli arınma gerektiren dinselliğin dışında patlayan, yine de doğaya ama bu kez onun üreme güdüsünden kaynaklanan coşkuya da eşlik etmiştir. İnsanlığın en eski ve evrensel durumunu, Thanatos ile Eros arasındaki gerilimi, yine onun kadar köklü olan müzik dile getirmiştir.

 Birbirlerinden çok farklı özelliklerdeki toplumlarda ve dönemlerde hep bu zıtlığın ses evrenine izdüşümlerini gözlemleyebiliriz. Bir yanda üstün bir iradenin atomlaşmış nesnesi olan insanı sürekli olarak terbiye eden evcilleştirici müzik, diğer yanda ket vurulmuş bütün yaşam katmanlarını açığa çıkartan baştan çıkarıcı müzik. Birincisi, ölüme her gün daha yakın olmayı tahammül edilebilir bir alaycılığa dönüştürürken, ikincisi, bir ebediyet vaadi sayesinde, gündelik olanın yabancılaşmasına dayanabilmeyi sağlar[1]. Bu ele avuca kolay kolay sığmayacağı bilinen muhalif boyut, birincisinden iktidar damıtanlarca da idrak edildiğinden olacak, kaçınılmaz olarak denetlenebilir bir şekilde bir şekilde dinsel olana dâhil edilmeye çalışılmıştır; birçok kültürde, toplumsal yaşamın, perhiz dönemlerini izleyen şenliklerle stilize ve denetlenmiş bir döngüsellik içinde çerçevelenmeye çalışılması bunun en sarih göstergesidir. Ancak yaşamın atar damarlarında hızla dolaşan diyonizyak coşku, bu subap mekanizmalarının kısıtlılığını aşıp özgürce ifade etmek ister kendini. Şenliğin, bir yanı ile denetimsiz bir taşkınlığa ama diğer yanıyla da muhalif duruşundan beslenen bir eleştirelliğe açılması işte bu yüzdendir[2].  Öyleyse şenliğin, yalnızca bir aykırı ‘konum alış’ olmasından ötürü bile belli bir eleştiri boyutu vardır. 

Günümüz dünyasında maddi-olmayan üretimin, maddi olan kadar sınaileşmiş olduğu gerçeğini, en tereddütsüz  şekilde kültür ürünlerinin nasıl peşinen metalaşmak üzere kurgulanmış olduklarına bakarak söylemek olasıdır. Dinsel ve din-dışı müzik çatışması artık anlamlı bir gerilim hattı olmadığına göre, özgür düşüncenin, yaratıcılığın kaynağı olabileceğini varsaydığımız şenlilerin de toplumsal yaşamda önemli bir rol oynamaları beklenirdi. Oysa günümüzün piyasa-güdümlü dünyasında, yeni atılımlara eleştirel düşüncenin rehberliğindeki yenilenme olanaklarına, sanatsal üretimin özgürce sergilenebileceği ortamlara rastlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Bugün daha çok, marketing zihniyetini üretimin her kertesine sızdığı bir toplumsal-kültürel ortam ve sanat ürününün salt tüketim nesnesine indirgendiği bir sanatseverlik inşası gözlemliyoruz. Bu nedenle, seyirci/dinleyici ile, iletişimindeki büyüyü çoktan yitirmiş, kitlesel tüketim ritüeline dönüşmüş festivaller, dünyanın her köşesinde pazarlanıyorlar. 

Sorun, artık nitelikten ziyade nicelikle ilgilidir; daha çok festival, birbirlerine bir zincir halinde bağlı olan ve aynı çok uluslu gruplarca denetlenen, medya-festival-konser-CD/kaset/DVD-turne döngüsü içinde işlevsellik kazanan daha fazla ticari etkinlik anlamına gelmektedir. Bütün bu gösteri süreci bir yandan her bir durağında ayrı bir kar-yönelimli zihniyeti harekete geçirirken, diğer yandan festival olgusunu da bu promosyon stratejisinin sıradan ve metalaşmış bir aşamasına indirger. Belki kitle iletişim araçlarının doğasında bu gösterisellik ve piyasa-güdümlülüğün mevcut olduğunu düşünebiliriz; ancak onlar için geçerli olan, festivaller için aslında en geçerli olmayandır. Zira festival, özünde-ekonomik yönlendirmeye tabi olan değil, tam tersine, muhalif durabilen, insan kültürünün keşfettiği belki de tek etkinliktir. 

Kapitalizm öncesi çağlarda dinsel baskı üzerinden kurulan siyasal denetime az ya da çok direnmenin-dinsel/siyasi egemenlerin nötrleştirme çabalarına karşın-odağı olabilen festival (şenlik) bugünün küresel-bütünleşik sermaye örgütlenmesi içinde onu ister istemez evcilleştirilmiş bir konuma itmektedir. Artık kitlesel beğeni ölçülerine göre standartlaşmış, estetik algılamaları içselleştirmiş dinleyici/tüketicilerin, yine standartlaşmış davranışlarıyla tamamen ritüelleşen ve böylece özündeki anlamı yitiren festivaller, CD ve benzeri ürünlerin promosyonu için gereken motivasyonu sağlar hale gelmişlerdir. 

Toplumsal deneyimin git gide sanallaştığı bir çağda, sanatsal etkileşimin en iyi kurulabileceği an olan konserler (gerçeklik) ironik bir şekilde, kayıt edilmiş (dolayısıyla teknik ve düşünsel editing’ten geçmiş) icralara (yapıntı-gerçeklik) tercih edilir olmuştur; toplumsal deneyimin somut gerçekliği yapıntıgerçekliğin kuruluşu için seferber edilmiştir. Müzik festivalinin bugün en çok gereksindiği özellikler, dinleyici ile daha yakın, doğrudan iletişim kurmak ve özündeki eleştirel açılıma ivme verebilmektir. Bu da elbette hem dayatılmış beğeni kalıplarının dışında düşünebilmeyi hem iki yüzyıla Avrupa-merkezliliğe sıkışmış repertuarların çok daha köktenci yapıtları içerebilecek şekilde genişletebilmesini gerektirmektedir. Yaşadığımız dünyada yeterince ‘perhiz’ öğesi vardır; Onu bir sürekli festivale dönüştürmek için sarf etmemiz gereken çaba, komformizmin kolaycılığını aşmadan bizi zorlayacak olsa da, zannettiğimizden daha az güçlük içeriyor.

Ali Ergur’un ‘Müzikli Aklın Defteri’ (Pan Yayınları,2009) kitabından alınmıştır.

S.K.

[1] Jacques Attali (2001)
[2] Bu noktada küçük bir parantez açıp şenlik ve festival arasında oluşan kökenbilimsel farklılığa dikkat çekmek gerekiyor: Şenlik, adının da duyurduğu gibi şen olunmanın vesilesi olan etkinliktir. Oysa festivalin türediği ‘fest’ kökü, daha çok şölen, yani yiyip içme eyleminin egemen olduğu etkinliği imler. Birincisinde aslolan (perhiz dönemi ya da olağan toplumsal yaşamda) şen olmamak iken, diğerinde, her zamankine oranla daha çok ve özgürce yiyip içilen, esrimenin erdem sayıldığı bir coşku ritüeli dile getirilir gibidir.Nitekim, en azından Türkçe’nin anlam çağırışımında ve toplumsal deyimlerimizde şenlik yada bayram belirgin bir şekilde ‘edeplice’ şen olunanbir durumu imgeleştirir; standart şen olma durumunda örneğin tatile gitmenin neden hoş karşılanmadığının  yanıtı burada saklı olsa gerektir; bedensel zevkle ve aylaklık çağrışımları yüklü bir tatil imgesinin bundaki payı büyüktür elbette.

Posted by Halksanat on 03:42. Filed under , , , . You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0

0 yorum for Müzik ve şenlik – Ali Ergur

Görüş belirtebilirsiniz

İletişim...

Her türlü eleştiri, görüş ve katkınızı admin@halksanat.orgadresine ya da iletişim formunu kullanarak iletebilirsiniz.

Yazarlar

dımtıs

Büyüteç

Loading...

2011 Halksanat --Copyleft