BAŞKA BİR DUYARLILIK: SESKOLİK - Serdar Türkmen
haber, kırık kulak, manşet, müzik, serdar türkmen, yazıçeviri 16:00
Otobüste ‘çakma shakerlı’ anahtarlığımla kendimce bir müzik dünyasının içinde nota koştururken, kolumu tuttu birisi, sahte bir gülümseme ve “Sonra yaparsın”. Peki.
Ama bu sivrisineğin bu kadar tiz perdeden vibrato vibrato okuduğu vızıltısal nağmeler neyin habercisi? Bunlar işlemciyi yoruyor!
Yani öyle bir şey ki, karşıdakini dinleyemiyorsun, cümlenin karar sesini bekliyorsun. Noktaya yakın bir yerde karar sese bağlanıyor ezgi ya da 5’li de askı yaptığı soru cümleleri… Cümlede öne çıkarılacak yerler daha tiz perdeden, virgül vasıtasıyla alınan nefes 4’lü üzerine.
Kavgalarda, laf dalaşlarında hem sesin genliği hem perdesi daha yüksek, bir hayli distorsiyonlu sesler... Tabi kavga ederken karşındakinin hangi tonda küfür ettiğini bulma gayreti pek de işlevsel değil ama yine de en az Seattle’daki ‘estetik barikat kurma’ kadar ‘ütopyalı’.
Banyodaki yankı ‘yetmez ama idare eder’ nitelikte bir ‘şarkı söyleten’ işlevi görürken insan, şarabı notayla isteyeceği günlerin birbirini kovaladığı bir dünyanın hayalini kurabiliyor; şarap kadehinin üstünde ‘hafifçe yalanmış’ parmak gezdirilince çıkan sesten bahsediyorum; “Benimki ‘do diyez’ olsun, arkadaşa da ‘mi’ getirin de küçük üçlü olalım, hahaha…”
Tabi müziğe biçilen garip görevler de oluyor. Ben de merak ediyorum, 9/8’lik bir Delilo yapılırsa Çingenelerle Kürtler kardeş olur mu? Bilmiyorum ama elektrik süpürgesi sesi dem yapılabiliyor. Bağlamanın üst teli ne güne duruyor o zaman? Düne duruyor!
Nefret ettiğimiz ve üstüne üstlük de haklı olarak nefret ettiğimiz şu ‘piyanist-şantör’ icralarındaki eksiklerin başında ‘hata’ var. Yani müziği ‘güzel’ kılan şey o küçük hatalar aslında, tabi hatalar lafı tırnak içinde.
Yoksa ilkel makinelerin yaptıklarını çok daha fazla beğenirdik. Henüz ‘hücum kayıt’tan daha samimi, daha kışkırtıcı bir yöntem yok sanırım.
Konserde adamın telefonu çalıyor. Herkes ‘cık cık cık’larla adamın yüzünü kızartma peşindeyken, sen o telefon melodisinin 9/8’liğinde takılı kalıyor olabilirsin ya da vantilatör pervanesine karşıdan uzun bir ses gönderdiğinde ‘flanger’ etkisini yakalamış olabilirsin.
Zaten seçimlerin de en sevindirici tarafı, şu 2giydirilmiş kakofoni arabaları’nın birkaç yıl ara verecek olması. Şarkıların ‘ayaküstü’lüğü, arka planlarının iğrençliği bir tarafa, öyle rahatsız edici tizler giriyor ki kulaklardan…
‘Şarkı‘ formu, müziği üretenlere, dinleyenlere ve dolayısıyla müziğe atılmış en büyük kazıklardan biri herhalde. Müziğin hazza oldukça elverişli soyutluğunun içine eden ‘söz’ ve yetmiyormuş gibi bir de ‘video’. Soyutluk mezara, yaşasın propaganda!
Slogan bütün iticiliğine rağmen önemli. Herkes kendi sloganını arıyor neticede, kendisini en iyi ifade eden vurucu sözü bulup, herkese söylemeye çalışıyor; “Ben….
Elbette müziğin de bir slogan yapıcısı, bir şiar üreticisi sertifikası var. Tabi tek notalı te-te-tek, te-te-tek, te-te-te-te-te-te-tek şeklindeki sloganlar başka. Geride kaldı, biz bırakmasak da.
Sloganın metronomu, ağızları çalıştıran zihnin, şiarı ne kadar içselleştirdiğiyle ilgilidir,
Sloganın notaları, coşkusu olur bazen, bazense ölçüsüne oturtulamayan bir talihsizlik. Mesela Saddam için atılan slogan: Eksik ölçü başlar, sessizlik ve gür iki ses darbesi yine sessizlik yine sert iki darbe…Nasıl da gaza getirir!
Böyle gider… Giderken tin tin eder. Tin tin’in hangi nota olduğunun peşine düşersin ya başka bir duyarlılıktır, bulaşıcı…
serdaryturkmen@gmail.com
11 Haziran 2011, Mersin
