Kazım Koyuncu için geç - Mersin için zamanında bir yazı! - Serdar Türkmen

Ne zaman Kazım Koyuncu’dan geçse bahis, ‘genç yaşta öldüğünden’ dem vurulup, Karadeniz müziğini Anadolu’nun dört bir tarafına ‘nasıl da sevdirdiğinden’ bahsediliyor. Çoğu zaman da hüzün dolu cümleler oluyor kulağımıza girenler;

- Karadeniz müziğinin genç yorumcusu Kazım Koyuncu kansere yenildi!
Hiç de diğer kulaktan çıkıp gitmiyor; aksine inandırabiliyor bile! Neyse ki tarih var, neyse ki belgesel filmler var belleğimizi taze tutabilecek, unutturulma gayretindekileri ‘su yüzüne’ çıkarabilecek.

Neticede “Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcı insanı yüceltecektir” lafı en geri kafalı ‘tarihsever’in dahi ağzında olmasına rağmen doğrudur.

* * *

Gerçekten az daha unutuyorduk Kazım’ın ‘kazımlığını’! Politik kimliğini, yaşam tarzını, seslenişini, sahnedeki kaynatmalarını, dünyaya dair kaygılarını… Evet, o kendine has buruk, belki biraz da kırık sesinin çevrelediği sözlerde başka bir dünyanın özleminden açıkça bahsediyor Kazım.

Kazım’ın ölümünden sonra yapılan iki belgesel film (BEKSAV – Dina Kaki, Ümit Kıvanç – Şarkılarla Geçtim Aranızdan) bunu anlatmaya çalıştı.

Yeniden hatırladık; Kazım, muhalifti, mahallesindeki tinerci çocukla karşılıksız ortak olabilen, ‘sahil yolu’ niyetine paraları ceplerine indirip, sahilleri yok edenlere ‘giydiren’ sivri dilli ‘şair kılıklı’ bir Karadeniz uşağıydı

Kendini dönem dönem çok başka hallerde bulduğunu anlıyoruz şarkılarından. “Ben sadece ben olmak istiyorum” diye karşı çıkarken, buruk ayrılıkları yaşattı bize “İşte Gidiyorum”un kulaklarımıza hemen her varışında. “Yine Burada” oldu sonra, “Dünyada bir yerdeyim” dedi, kucakladık dünyayı, “Sürgün Başlar”da göçtük ve her daim aklımızda kalacak laflarıyla anıyoruz yaptıklarını.

“Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Ç´e" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz

Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik”

* * *
‘Böyle gelmediği ve böyle gitmeyeceği’ kendini dayatıyor

Kazım’ın hayatı dokunaklıdır, ne yapsak, nasıl yazsak yapışır üzerimize o hüzün. Bir taraftan da öğreticidir; zaten öyle olmasının temennisi bu satırlar da. Tabi çok yazıp çizildi üzerine, çok konuşuldu, bir taraftan da sıkıcı bir hal aldığını itiraf etmek lazım. Ben iyisi mi biraz, Kazım’ın müziğinin seyrinden bahsedeyim.

‘Dinmeyen’ denemesinden sonra, Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) grubuyla, özgün bir iş yapmaya kalkıştılar; Lazca Rock. Yaptıkları şarkıların politik bir içeriği de vardı. Kazım, bütün grubun yükünün omzunda olduğunu söyleyip, ‘tek başına’ devam etmek istedi; öyle de yaptı. Kendi yazdığı şarkılar geniş bir çevrede karşılık bulmadı. ‘Gülbeyaz’ dizisiyle ‘ünlendi’. Daha sonra ‘Hayde’ albümündeki, Karadeniz türkülerinin düzenlemeleri hızla kitleselleşti.

Böylece iki biçim oluştu Kazım’ın müziğinde: Bir tarafında; kendine içkin birtakım sözler içeren, ‘öznel bir hüznün’ yansımalarını açıkça gördüğümüz ve belki dinledikçe de deneyimlediğimiz şarkılar, diğer tarafında da; Karadeniz’in sabırsız ritimlerinin ve naralarının, müziğin bugünkü teknik olanaklarının üzerine inşa edilmiş halleri. İşte bu ‘yeniden düzenlenmiş anonim eserler’, gerçek anlamıyla ‘hep birlikte’ söylendi konserlerde. Fakat eminim ki Kazım Koyuncu, başka şarkılar da söylemek isterdi. Her şeye rağmen bu şarkılar Kazım Koyuncu’ya, ‘sistem içinde, sisteme karşı’ bir meşruiyet zemini yarattı. Dünyaya dair kaygıları vardı ve söyleyecek sözleri, hem de şarkılarının tersine; umutlulukla.

* * *

Biliyorsunuz, şimdilerde nükleer kazık, Mersin’e atılmaya çalışılıyor. Epey de yol kat ettiler. Zaten işleri bu; zihinleri boşaltmaca, kandırmaca ve sömürü! Bunların hedef kitlesi olan bizlerin işi de bunları yaptırtmamak. Şimdilik onlar daha başarılılar. Terazi diğer yana mı ağır basar, yoksa terazi mi kırılır bilmiyorum ama ‘böyle gelmediği ve böyle gitmeyeceği’ kendini dayatıyor.

Posted by Halksanat on 11:27. Filed under , , , , , . You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0

0 yorum for Kazım Koyuncu için geç - Mersin için zamanında bir yazı! - Serdar Türkmen

Görüş belirtebilirsiniz

İletişim...

Her türlü eleştiri, görüş ve katkınızı admin@halksanat.orgadresine ya da iletişim formunu kullanarak iletebilirsiniz.

Yazarlar

dımtıs

Büyüteç

Loading...

2011 Halksanat --Copyleft