Son İstanbul - Meltem Çavdar
fikir havuzu, haber, inceleme, manşet, yazıçeviri 08:54
İstanbul varlığını çoğul ve değişken bir biçimde sürdüren bir megakent.Yıllar boyu imparatorluklara başkentlik yapmış, Osmanlının payitahtı olmuş. İstanbul’a ait 2 farklı rotayı, geçmişten kalan değerlerinin bugün taşıdığı
anlam/anlamsızlık açısından merceğe alıyoruz. Biri Eminönü-Fatih, diğeri Karaköy-Haydarpaşa-Bostancı.
Eski ile yeni arasındaki bir kente 2 rotadan bakmak
İstanbul varlığını çoğul ve değişken bir biçimde sürdüren bir megakent. Yıllar boyu imparatorluklara başkentlik yapmış, Osmanlının payitahtı olmuş İstanbul şimdiye kadar genel bir vizyona göre planlanmadıysa da mekan - zaman bağlamında süreklilik göstererek eklektik bir biçimde büyüyordu. Bugün küresel kapitalizmin kancasına takılı bu megakent bir o yana bir bu yana sallanıyor.
Tarihsel süreçlerden geçmiş bu kente ait 2 farklı rotayı, geçmişten kalan değerlerinin bugün taşıdığı anlam/anlamsızlık açısından merceğe alalım. Biri sahip olduğu manevi değerler ile çok çeşitli inanış ve kültürden meskencilerinin el üstünde tuttuğu tarihi İstanbul’un Haliç Boyunca takip edilen Eminönü-Fatih aksı. Diğeri ise bu büyük kentin Anadolu Yakası’ndaki en eski yerleşim yeri, İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı olan Kadıköy-Bostancı aksı.
Haliç: İmgeler kentinde bir gezinti
Günümüzden 7000 yıl kadar önce, Alibey Deresi ve Kâğıthane Deresi'nin birleştiği bölgelerin İstanbul Boğazı'ndan gelen deniz sularıyla birleşmesi sonucunda bugünkü Haliç, namı diğer Altın Boynuz oluşmuştur.
Dünyanın en güvenli tabii limanlarından biri olan Haliç, bir dünya kenti olan İstanbul’da tarih boyunca ticaretin ve üretimimin simgesi oldu. Bu dönemde, dünyanın dört bir yanından ticari gemiler Haliç'in masmavi sularına girerler ve bambaşka bir görüntü oluştururlardı. Bu gemilerin her türlü liman hizmeti ve tamir işleri Haliç Tersanelerinde yapılır, Çin'den, Mağrip ve Meşrik'ten gelen insanlar Haliç kıyılarında buluşurlardı. Özellikle Lale Devrinde Kâğıthane eğlenceleri dillere destan olmuştu. Her türlü balığın bulunduğu suları ve en nadide deniz ürünleriyle de ün yapmıştı.
Haliç etrafında oluşan sanayileşme bu durgun suyu kirletmeye başladı. Su derinliği gittikçe azalan Haliç’te sandallar bile yol alamamaya başladı ve atmosferine İstanbulluları bezdiren bir koku hakim oldu. İstanbul'un cazibe merkezi, saray ahalisinin mekanı olan Haliç, şehrin adeta bir kara lekesi haline dönüşmüştü(1).
Bu durumda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Haliç’i temizlemek üzere Haliç Çevre Koruma Projesi’ ni başlattı. Proje kapsamında atık su tesislerinin yapımının yanında gölgedeki sanayi işletmelerinin çoğu yıkıldı. Yıkımlardan sonra ortaya çıkan arazilerin Turizm, kültür, sanat ve rekreasyon vadisi olarak yeniden tanzimi gündeme geldi.
Yıkılan sanayi alanları yerine belediye tarafından yapılan park bahçe düzenlemeleri ve inşa edilen Haliç Kongre Merkezi gibi niteliksiz binalarla haliç kıyıları tamamlanmamış, düzensiz, bütünlük ve karakterden yoksun kentle ilişkisiz bir gelişme göstermektedir.
Eminönü’den Fatih’e kadar Haliç’in suları boyunca seyredince bu tanımsız boşluklara rağmen çoğu imge hala canlılığını koruyor. Tarihi İstanbul’un silüetinde öne çıkan Galata Kulesi, Haliç Tershanesi, Galata Köprüsü, Beyazıt Kulesi, cami minareleri ve klise kuleleri ve buraya sığdıramayacağımız kadar çok imge zihnimizde uyarıcı etki yapıyor. Ve seyrin sonunda dinsel motifleri ve kültürel anlamları ile Fatih semti ile Piyer Loti’nin zihinlerdeki temas noktaları aynı.
Ancak insanoğlunun kimi müdahaleleri var ki, tarihten nasıl nemalanırım, tarihi mirası nasıl paraya çeviririm kaygısı ile bir çok simgeyi ucuzlaştımış, birer karikatür haline getirmiş. Eminönü sandal balıkçıları süslü birer kokonaya dönüşmüş, saltanat kayıkları da haliç sularında komik bir unsur.
Haliç boyunca yapımı düşünülen kongre vadisi ve lüks konut siteleri konsepti için geçerli bütün argümanlar yerine getirilmiş gibi. Bugün deniz üzerinden gözlemlenirken sessizlikle kaplı yalnızlığı, donukluğu ile bu tarihin armağanı topraklar bugün uygarlığın cıvıldadığı yerler olması gerekirken belirli bir sona dayanıp tıkanmış gibi öylece duruyor. Demirin oya gibi işlendiği atölyelerden ses seda yok, mesire yerleri insansız… Artık İstanbullu ne düşünebilir; “Buralara bir şeyler yapılsın artık, bu kıymetli araziler boşu boşuna böylece bekliyor!”
Geçmem bir daha Kadıköy’den, Bağdat Caddesi üzerinden
Kentin Anadolu Yakası’ na açılmak için Haliç ile Boğazı bağlayan noktadan, Karaköy’den denizin sularını kapılıp karşı kıyıya geçerken Selimiye Kışlası, Hasanpaşa gazhanesi, Haydarpaşa hastanesi ve Tıp Okulu gibi büyük yapıların oluşturduğu görkemli silüet karşılar, iyice yaklaştığımızda Haydarpaşa Tren Garı, Anadolu Yakası ile karşı karşıya getirir bizi.
Yapıldığı tarihten beri Anadolu’dan dumanı üstünde İstanbul’a ulaşan trenlerin dumanı üstünde vapurlarla buluşma noktası olmuş, türk edebiyatının ve romanların aurası, sosyal devlet anlayışının simgesi TCDD’nin kalbi Haydarpaşa, şimdi kendi üzerinde tüten dumanla mücadele veriyor.
2004 yılından beri dönüşümü gündemde olan Haydarpaşa Limanı ve çevresi ile buranın da otel, müze ya da kongre merkezi olması gündemde. Lastik tekerlekler ile girdiği yarışı çoktan kaybetmiş olan demir yolların son kalesi de sallantıda. TCDD’deki özelleştirme politikaları nedeni ile azaltılan personel sayısının da etkisi ile üst katları giderek yalnızlaşan Haydarpaşa, yangın ile iyice terk edilme korkusu yaşıyor. Ne olursa olsun terk edilmeyecek Haydarpaşa ama yıllardır onu belleğinde taşıyan halka bu kadar yakından hizmet verebilecek mi? Bu soru hepimizin kafasını kurcalıyor.
Herşeye rağmen Haydarpaşa tren garı’na ayak atar atmaz yaşan bir şeyler olduğunu hissediyor insan. Anadolu’dan İstanbul’a trenle gelmeyi seçen insanların İstanbul’a ayak basacakken ilk Haydarpaşa ile karşılaşıyor olmaları, o insanlar adına büyük şans.
Trenlerin “0” noktası olan Haydarpaşa’dan yolculuğuna başlayan banliyö trenleri ise İstanbul’un değişmesi gerekirken değişmeyen, yenilenmeyen parçalarından. Hani bize koymaz çalkalana çalkalana Kadıköy’den Bostancı’ya kadar eski semtleri, evleri, ağaçları seyretmek ama bu trenler modern Türkiye’de ulaşımla ilgili yapılanlar ile yapılmayanları gözler önüne seriyor.
Bostancıya gidene kadar tüm istasyonların çevresinin birer odak haline geldiğini görüyoruz. Apartmanlaşma tüm İstanbul’da olduğu gibi demiryolu buyunca da gözlemleniyor ancak buraların eski yerleşim yerleri olması, o günkü parselleşmenin devam ettirilmesinin etkisiyle ferah açıklıklar insana nefes aldırıyor. Burada bir apartmanda dahi yaşasa insan, serin esen rüzgar ve tren sesi ile mutlu olur.
Anadolu Yakası’nın ana ulaşım aksları Marmara kıyısına paralel olarak oluşmuştur. Bu akslara bağlı olarak farklı sosyal katmanların yerleştiği görülür. Kıyı yolu ile Bağdat caddesi, Bağdat Caddesi ve Demiryolu arası, Demiryolu ve Minibüs Yolu arası, Minibüs Yolu ile E-5 arası, E-5 ile TEM arası farklı sosyal katmanlara ayrılmış gibidir(2).
İşte Bağdat Caddesi ve Demiryolu arası bu ayrışmada eski sahiplerinin veliahtlarının elinde kalmış bölgedir. Eski İstanbulluların yazlık meskeni olan bu arazilerin yeni sahipleri arasında burada kalıcı yerleşmeyi seçen de, evlerinin arazilerini hiç değilse daha fazla kişi ile paylaşmak için apartmana çeviren de, tamamen satıp giden de mevcut. Ama bugünkü yerleşiklerin ortak özellikleri buralarda yaşayacak maddi güce sahip olmaları.
Eski bir konak... |
...ve konağın geleceği hakkında bir poster |
Bağdat Caddesi Anadolu yakasındaki en eski yollardan biridir. Oldukça geniş olan bu yol Anadolu Yakasını’ nın Kadıköy’e ve buradan Avrupa Yakası’na transferinde toplayıcı aks görevi gören yollardan biridir. Bu nedenle belli bir sınıfa ait bir bölgenin insanlarını Kadıköy’e taşıyan bu aks zamanla ünlü markaların yüksek satışlar yaptığı bir çarşı pazar haline gelmiş. Bugün herhangi bir ülkenin küresel kentlerinden birinde görebileceğiniz her dükkanı burada görebilirsiniz. Burası tek tip marka mağazaların kocaman bir vitrini. Öyle ki bazen sadece dükkanların camlarının ardının değil tüm bina cephesinin bir reklam duvarına dönüştüğünü görüyoruz. 10 adımda bir Gloria Jeans ya da Starbucks’ın olması bu tek tipleşmeyi bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor.
Eski sahiplerinin yazlık yaşam alanı, dinlenme yeri, temiz hava ve bol güneş ve sıcak paylaşımlar için geldikleri bu bölgenin bugünkü yaşam senaryosu bambaşka. Gün içinde alışverişini yap, her biri birbirinin aynısı kafelerden birinde kahveni iç evine git!
