El Sistema: Darısı başımıza - Ogün Morkoç

Karakas’ın kenar mahallelerinde hayali bir dolmuşa bindiğimizi hayal edecek olsak, o dolmuşta çalan müziği de elde olmayan sebeplerle arabesk olarak düşünesimiz gelir herhalde. Fakat bu hayali dolmuşun şoförü eğer 35 yaşından küçükse, çalan müziğin Mahler ya da Mozart olma ihtimali epey yüksek olabilir. Bunları durup dururken düşünmüyoruz. Evet, bilindiği kadarıyla Karakas’ta dolmuş yok ama Karakas’ın kenar mahallelerinde, hem de kendi enstrümanlarıyla Mahler ya da Mozart çalan yüzbinlerce genç insan gerçekten var. 

Sokaklarda mendil satan çocuklar için ne düşünürsünüz? O satılan mendillerden alsak da almasak da onlar için hiçbir şey yapmamış olacağımızı adımız gibi biliriz değil mi?

Peki, bir kış günü gecenin onunda yanına dizdiği mendillerle üstgeçidin merdivenlerine kapanmış, çizgili bir deftere ucu iyi açılmamış kurşunkalemle bastıra bastıra harfler kazıyan çocuğun belki de aslında üstün yetenekli bir kemancı, ya da mesela yurt dışında burslu okuyan tüm orkestra şefliği öğrencilerimizden daha yetenekli bir orkestra şefi olabileceğini hiç aklınızdan geçirdiniz mi?

Öyle ya, yetenek tohumu neredeyse tüm insanlarda bulunur, fakat onu yeşertecek koşullara pek az insan denk gelebiliyor. Söz gelimi yetenekli bir çocuğun iyi bir müzisyen ya da orkestra şefi olabilmesi için yapılacak harcamalar küçük bir servet tutar.

Fakat insan iradesinin bu küçük servetlerden daha çok işe yaradığı durumlar da oluyor. Adamın biri Venezuela’da, neredeyse tamamı yoksul mahallelerden (bunlar barrio olarak biliniyor) 260 bin çocuğu, müzik yeteneklerini yeşertecekleri koşullara denk getirmeyi başarmış, üstelik bu yalnızca bu yılki rakam. Dünyanın bütün haksızlıklarına son vermiş sayılmaz elbette, o günler için henüz daha henüz zaman var gibi görünüyor, fakat takdire ve de tezahürata değer örnek bir başarı olduğu muhakkak.

Hikaye 35 yıl önce, 1975 yılında başlıyor. Jose Antonio Abreu başarılı bir ekonomist, iyi bir kariyeri var, ayrıca iyi bir müzik öğrenimi görmüş bir piyanist ve besteci. Abreu, Caracas’ın barriolarında “ikamet” eden 12 çocukla ilk gençlik orkestrasını kurduğunda 32 yaşında. Fikir şu: Barriolardaki çocukların yoksulluk ve suçla çevrili hayatlarına, yüksek kültür denerek onlardan hep esirgenmiş olan klasik müziği katmak. Eğer bu fikirde kulağa hafif züppece gelen bir tını hissediliyorsa, durumu Türkiye’mizde sistemli olarak uygulanan, “ihtiyaç sahiplerine” makarna ve kömür dağıtma fikrinin alçakgönüllülüğüyle bir mukayese etmekte yarar olabilir. Bu fikrin peşinde 35 yıl koşan Abreu, 10 iktidar döneminde Müzik için Sosyal Hareket adını verdiği bu çabasını geliştirerek yaşatmayı başarıyor. Sonuç herkes için iyi, hayata potansiyel suçlu olarak başlayan çocuklar orkestra üyesi müzisyenlere dönüşüyorlar.

2007 yılında Chavez iktidarının bu hareketi sahiplenmesi ile El Sistema’nın kayda değer bir bütçesi ve ulusal ölçekte hedefleri oluyor. Bu hedef sistemi 1 milyon çocuğa genişletmek. Bugün ise, yaklaşık 260 bin öğrencisi, nerdeyse hepsi barriolarda yaşayan çocukların yürüme menzilinde 270 müzik merkezi (nucleo olarak da biliniyor), 15 bin eğitmeni, 102 gençlik, 55 çocuk ve 30 senfoni orkestrasıyla dünyaya örnek olacak bir müzik eğitim sistemi. Sistemin orijinal adı, Fundación del Estado para el Sistema de Orquestas Juveniles e Infantiles de Venezuela; yani Türkçesiyle, Devlet Genç ve Çocuk Orkestraları Sistemi Vakfı.

Abreu’nun kendi ifadesine göre El Sistema, “yoksullukla mücadele eden sosyal bir sistem.” “Bir çocuğun maddi yoksulluğunun üstesinden müziğin sağlayacağı manevi zenginlikle gelmeye çalışıyor” diyor. Tüm çocuklar her öğleden sonra üç dört saati bulan derslere isteyerek ve severek gidiyorlar. İlk öğretmenleri El sistema’nın daha eski öğrencileri olan ağabeyleri ve ablaları oluyor. Daha sonra ilerledikçe orkestralara ve korolara girmeye başlıyorlar; önce çocuk, sonra da gençlik orkestralarına.

Nereye kadar gidebilecekleri için iyi bir örnek ise Gustavo Dudamel olabilir. Dudamel müzik hayatına El Sistema’da keman öğrenerek başlıyor. Daha sonra Simon Bolivar Gençlik Orkestrası’nın şefi olarak ünleniyor. Gustav Mahler Uluslararası Orkestra Şefliği Yarışması’nı kazanıp dünyayı hayrete düşürdüğünde ise yalnızca 23 yaşındadır.

Bir diğeri, 17 yaşında Berlin Filarmoni Orkestrası’na giren, orkestranın en genç üyesi kontrbas sanatçısı Edicson Ruiz.

Gustavo Dudamel şefliğindeki Simon Bolivar Gençlik Orkestrası ise dünyanın en iyi ilk beş gençlik orkestrası içinde gösterilmektedir. Bu orkestrayı çalarken izlemek, hatta fotoğrafını görmek bile “bilinen” orkestralardan ne kadar farklı bir havası olduğunu anlamaya yetiyor.

Müziği sosyal amaçlarla kullandığı halde, El Sistema’nın klasik müziğe getirdiği taze soluk müzik dünyasını da oldukça etkilemiş görünüyor. Sistemle kurumsal olarak ilgilenip anlamaya çalışan birçok ülke var. Bunun yanında klasik müzik kültürüne getirdiği soluğu ise ünlü orkestra şefi Sir Simon Rattle şöyle ifade etmiş: “Klasik müziğin geleceği Venezuela’dadır”. Bir diğer ünlü orkestra şefi Claudio Abbado ise şunları söylüyor: “İnsanlar Venezuela’daki müzikten söz ederken buradaki hiç bir yoksulun Mahler, Debussy ve Beethoven’ın kimler olduklarını bilmediğini zannediyor ve tümüyle yanılıyorlar. Bu ülkenin biz Avrupalılara öğreteceği çok şey var. Burada müzik, kültürel yaşamın en temel yapı taşı.”

İnternette konuyla ilgili sayısız site-haber-yorum bulunabileceği gibi, iki de belgesel mevcut. Biri 2004 yılı yapımı “Tocar y Luchar” (Çalmak ve Döğüşmek). Bu film Cine Las Americas Uluslararası Film Festivali ve Albuquerke Latino Film Festivali’nde “en iyi belgesel” olmak üzere birçok ödül almış. Diğeri ise 2009 yılında Paul Smaczny ve Maria Stodtmeier tarafından yapılan “El Sistema” adlı belgesel.

Venezuela’daki bu ilham verici örnek, ister istemez insana kendi ülkesindeki durumu düşündürtüyor. Neden bizim ülkemiz, klasik müziğe epey kaynak ayırdığı halde yoksul halkı hep kaderinin müziğine terk etmiş? Her makama bir otomobil alabildiği halde neden hiçbir devlet okuluna piyano almamış? Harika Çocuklar’ı, Türk Beşleri’ni yetiştirecek motivasyonu olduğu halde, bir tane de Abreu yetiştirmediği için mi halkımız arabeskin ve popun, klasik müzik orkestralarımız da piyasanın ve sponsorların kurbanı olmuş? Daha geçen yıl bir klasik müzik konserini basan eli sopalı bir güruhun, solisti (İdil Biret) ve dinleyicileri dövmeye yeltendiği bir ülkenin insanları için, El Sistema’nın biraz daha yakından bilinmesinde sonsuz faydalar olabilir.


(sol.org.tr)

Posted by Halksanat on 00:54. Filed under , , . You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0

0 yorum for El Sistema: Darısı başımıza - Ogün Morkoç

Görüş belirtebilirsiniz

İletişim...

Her türlü eleştiri, görüş ve katkınızı admin@halksanat.orgadresine ya da iletişim formunu kullanarak iletebilirsiniz.

Yazarlar

dımtıs

Büyüteç

Loading...

2011 Halksanat --Copyleft