Ağaçlar çiçekteydi... - Ali Mert

Kısa ve özlü bir “tanıtım yazısı” olacak. Baştan uyaralım da, sonra “eleştiri neresindeymiş bakalım bu yazının, hani neredeymiş keskin eleştirel bilinci” diye hayal kırıklığı yaşanmasın... Tanıtım yazısı işte, o kadar!.. (Tabii tanıtım yazısı yazmanın önemli bir kolaylığı, yazıya başlık bulmak için özel olarak düşünmeye, uğraşmaya gerek kalmaması; koy kitabın adını başlığa, oldu bitti işte…)

Her neyse, yakın tarihimizi, sol tarihimizle iç içe yakın tarihimizi anlamak için çok önemli bir yapıtla, çok değerli bir tanıklıkla karşı karşıyayız. Her kitapta eleştirilecek bir şeyler bulunur da, böylesine önemli bir katkı ortadayken, o türden küçük şeylere kafayı takmayız…
Bilenlerin daha çok “müzik yazarı” kimliğiyle ya da besteci/piyanist Fazıl Say’ın babası olarak bildiği, bilmeyenlerin ise doğal olarak bilmediği Ahmet Say’ın bir kitabı bu. Bir otobiyografi, anı ve portre kitabı. Başlıkta da açık seçik belirttiğimiz gibi “Ağaçlar Çiçekteydi” adı. (Evrensel Basım Yayın, Şubat 2011)
Kitabın içinde “onu zaten müzik yazarı veya Fazıl Say’ın babası” kimliği ile bilenlerin, o kimliklere dair bulabilecekleri birçok şey var elbette. Doğru kompozisyon eğitiminin yapısından (derse gelirken yolda işittiklerini öğrencisinden doğaçlama olarak yorumlamasını isteyen üstün bir hocadan), oğlunu yetiştirmek için semt pazarlarında limon satmak durumunda kalan bir babaya (halden kasayla aldığı limonları Ankara pazarlarında satan, “tanıdıklar görmesin” diye yakındaki semt pazarlarından uzak duran Ahmet Say’a), bilinmediğini tahmin ettiğim bir dolu bilgi/belge de yanında. Her biri birbirinden değerli ve öğretici…
Ancak Ahmet Say’ın, “onu bilenler”in dahi bilmediklerini tahmin ettiğim özellikleri de, bir o kadar önemli. Örneğin Almanya günleri, Fazıl Say’ın dedesi olan ilk Fazıl Say’ın Almanya’da spartakist hareketin içinde yer aldığı bilgisi; örneğin İstanbul Erkek Lisesi günleri ve Say’la birlikte Kemal Özer’in, Cengiz Bektaş’ın, Adnan Özyalçıner ve Önay Sözer’in yetişmesinde büyük katkıları olan edebiyat öğretmeni Salim Rıza Kırkpınar’ın portresi; örneğin Bingöl günleri ve dönemin “milli eğitim” ve Türkiye portresi; örneğin Türkiye İşçi Partisi günleri, Türk Solu ve Türkiye Yazıları dönemleri ve Say’ın, tüm bu dönemler içerisinden çizdiği çok çeşitli ve renkli aydın portreleri…
Evet, kendi hayatının kritik evreleri ve olaylarıyla birlikte - ki bunlar genelde sol tarihimiz için de kritik dönemler ve olaylar - yakın tanıdıklarının, yazar, şair ve siyasetçilerin portrelerini iç içe aktarması, Say’ın kitabına ayrı bir anlam ve değer katıyor. Otobiyografinin ortasında, bir de portreler kitabının zenginliğini yaşıyoruz. (Son dönemde okuduğum biyografi-anı kitapları arasında, “Körleşme” yazarı Elias Canetti’nin “Soylu Sınıfın Sonbaharı” adıyla dilimize kazandırılan, yazarın İngiltere yıllarını ve İngiliz kibrini anlattığı yapıtında da “portrecilik” öne çıkıyor ve özellikle sosyal antropolog Franz Steiner, ressam ve şair Oscar Kokoschka ile yazar Iris Murdoch için kaleme alınan portreler “İngiliz sıkıntısı”nın orta yerinde parıldayıveriyor.)
Say’ın kitabında dikkatimi çekenler arasında, en önde şaşırtıcı bir Ataol Behramoğlu portresi var. Ankara’da bir dönem ev arkadaşlığı da yapan iki “eski dost”un arasına giren “ihtilalci komünist” tartışması, daha doğrusu Behramoğlu’nun Say’ı ve Vahap Erdoğdu’yu “ihtilalci komünist” oldukları için TİP yönetimine ihbar etmesi, ilgi ve dikkat çekmeyecek türden bir tanıklık değil zaten.
Portrelerin şair cephesinde, “olumsuz” Behramoğlu örneği dışında, Arif Damar, Metin Altıok, Cemal Süreya, Behçet Aysan ve Ahmet Erhan, “olumlu” özellikleriyle, Say’ın yakın dostları ve şiirimizin yüz akı isimler olarak ön planda.
Elbette, sol tarihimizle ilgilenenler için, ozanlardan önce, Hikmet Kıvılcımlı, Doğan Avcıoğlu, Mihri Belli ve Halit Çelenk’in portreleri bir adım daha önde. Bu bilinen isimlerin kısmen bilinmeyen özellikleri de, örneğin Belli’nin ABD döneminde boksörlük yapıp yapmadığı da, siyasal tartışmalara/tanıklıklara ayrı bir renk katıyor. Türk Solu ve Türkiye Yazıları dergilerinin mutfakları, Bingöl’e iki deste gelen Yön dergisinin iki saatte tükenebilmesi (etkili sol yayıncılığın nasıl olması gerektiği) gibi örnekler ise geçmiş deneyimler ile bugünküleri karşılaştırmamız, dersler çıkarmamız açısından birer olanak sunuyor.
Bilinen isimlerin yanı sıra kanımca kitapta asıl etkileyici olan, Say’ın, solumuzun ya hiç tanınmayan ya da tanınsa bile unutulmaya yüz tutmuş Şevki Akşit gibi değerlerini de tanıtması, onların da portrelerini çizmesi. Deniz Gezmiş’lerin idamının ardından “kahrından ölen” ve Say’ın “pir”i olan Akşit’i ve benzer isimleri daha yakından öğrenmeye, tanımaya ve her zaman hatırlamaya/hatırlatmaya ihtiyacımız var gerçekten de.
Ötesinde, solumuzun hemen yanında, yamacında gelişen Tuluî Sönmez gibi “aykırı simalar”ın portreleri de bir o kadar önemli. Portreleri okuduğunuzda şunu hissediyorsunuz: Gerçekten farklı, çok yönlü, sahip çıkmamız gereken bir zenginliğimiz var; yeter ki “bu yurdun toprağına çıplak ayakla basan” siyaset ve örgütlenmeler ile bu farklı kişilerin, kişiliklerin katkılarını birleştirebilelim/geliştirebilelim...
Peki ya kitabın diline dair ne demeli? “Harika” yeterli mi, yoksa “su gibi”, “gürül gürül akan bir ırmak gibi” vb. vb. benzetmelere mi girişmeli, olmadı, “romanlarda, edebi yapıtlarda bile bulamadığımız titizliğe” mi değinmeli? Evet, pırıl pırıl Türkçesi, Türkçe’ye dair “bir takı dili” olmasından hareketle tartışmalara girmesi; aynı şekilde, sanat ve estetik tartışmaları açması, müzik ve edebiyat arasında var olan paralellikleri değerlendirmesi; tüm bunlar yetmiyormuş gibi içinde küçük bir “argo sözlüğü” de barındırması (mapus damlarında gelişen “kim kimdir” argosunda, kaçakçı’nın “cenazeci”, sarhoşları dolandıranların “matizci”, eroinciler’in “ejderha kovalayan” vb. olarak adlandırılması) vb. vb. anılar kitabının ortasında bir “dil sevinci” de yaşatıyor okura…
Bu tür ifadeler bize uymasa da, madem tanıtım yazısı, “uydurarak” tamamlayalım yazıyı: Ahmet Say’dan “Ağaçlar Çiçekteydi”... yılın kitabı!..

Yok, bu şekilde tamamlamayalım. Bir son sözümüz daha olsun. O da (şimdiki) Fazıl Say’a olsun. Nâzım Hikmet, Metin Altıok ve diğer değerlerimiz için yaptığın bestelerin yanına, Deniz Gezmiş için, Hikmet Kıvılcımlı için, Ahmet Say’ın Bingöl günleri için ve daha nice yaşanmışlığımız ve değerimiz için yeni besteler bekleme hakkımız var senden! (Birden böyle “senli benli” oluverdim ama kitabı okuyunca başka türlüsü gelmiyor elden!) Zira biliyoruz artık, Deniz Gezmiş hemen idamı öncesindeki günlerde, denk gelince mapus damlarında Ahmet Say’a, “Nasıl oldu senin oğlan?” diye soruyor; o hareketli, zorlu ve “korkunç sonun beklendiği” günlerde dahi, senin ameliyat sonrasındaki durumunu, sağlığını merak ediyor… Sen bizim için Deniz’in de mirasısın artık, ona göre…
(sol.org.tr)

Posted by Halksanat on 05:18. Filed under , , , , , , . You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0

0 yorum for Ağaçlar çiçekteydi... - Ali Mert

Görüş belirtebilirsiniz

İletişim...

Her türlü eleştiri, görüş ve katkınızı admin@halksanat.orgadresine ya da iletişim formunu kullanarak iletebilirsiniz.

Yazarlar

dımtıs

Büyüteç

Loading...

2011 Halksanat --Copyleft