Devrimci Bir Kültür-Sanat Politikası Şart! - Serdar Türkmen

Kültür-sanat alanına ilişkin tartışmaya kalkıldı mı bir sürü 'entelektüel gevezelik' yapılır çoğu kez. Bunlara bir de 'sanatçının görevleri', 'sanat, devrimcidir' falan gibi saçma-sapan giydirmeler ve belirlemeler eklenince, kültür-sanat alanında devrimcilerin nasıl bir amaç ve yöntemi oluşturacakları veya tercih edecekleri sorunu ya 'üzerinden atlanıp sonradan dönülesi'ya da gündelik fiillerle idare edilesi olarak görülüyor. Ya da görünüyor!

Bilindiği gibi yüzeydeki toplumsal ilişkiler, nihayetinde iktisadi yapı (altyapı) tarafından belirlenir. Yani eğitim, din, spor, kültür, sanat gibi yapılar iktisadi yapının kendi devamını sağlayacak şekilde işler. Biz bu üst yapıların içerisinden de altyapının eleştirisine gidebiliriz. Dolayısıyla üstyapı kurumunun içerisindeki altyapının gerekisinimini ortaya çıkarırız. Bu zamana kadar ki tarih -hala- sınıf mücadelelerinin tarihi olduğundan her sınıfın çıkarına olan iktisadi altyapı ya da toplumsal sistem ve dolayısıyla bir kültür-sanat algısı farklıdır. Burada bizi ilgilendiren temel soru şu: Bizim kendimizde ve çevremizde yaratmamız gereken kültür-sanat algısı nedir ve hangi yöntemler kullanılmalı? Devrimci mücadele içinde kültür-sanat alanının öznel kavrayışını nasıl yapabiliriz?

 Bu yazı bu kocaman sorunun cevabı değil ama şimdiye kadar ki tanık olduğum ve bizzat içinde bulunduğum fiillerin bir eleştirisi niteliğinde. Bir kaç tartışmayı dağınık da olsa peş peşe sıralayacağım.

Bizim verdiğimiz gitar eğitiminin, herhangi bir Müzik Merkezi'nden farkı nedir? Ne olmalıdır?

Diyalektik Materyalist bir yaklaşımımız varsa eğer 'hiçbir şeyin yalnızca kendisi olamayacağı'nı bilince çıkarmışızdır. Dolayısıyla gitar eğitiminde seçtiğimiz şarkılardan, öğretim metodumuzdaki köktenciliğe, öğretmen-öğrenci ilişkisine kadar birçok şey bizim yaklaşımımızın sonucudur. Yani atıyorum, biz hala 'Duydum ki unutmuşsun' öğretiyor da Victor Jara'nın 'El Aperacido'sunu es geçiyorsak bir problem vardır. Eğer gitar eğitimi alan kişinin müzik dinleme alışkanlıkları değişmiyorsa, yine atıyorum, halen Hande Yener dinliyorsa bu gitar kursu ya da dersinin başarısından söz edemeyiz elbette. Yukarıdaki bilimsel yöntem arayışının yanı sıra eğer gitar dersinin sonucu olarak bir sergileme, ifade etme etkinliği yapılmamışsa, tekrar tekrar atıyorum, gitar çalmayı öğrenen -ne demekse- kişiye kendini ifade edebileceği bir ortam yaratılamıyorsa yine eksik kalır. Bir başka tıkanma noktası da para meselesidir. Yıllardır tartışılan "Kurslar/Dersler paralı mı olsun, parasız mı?" tartışması elbette değerlidir. Meta ilişkilerinin dışını göstermek önemlidir insanlara. Fakat pratikte bunun ardını öremediğimizde genelde 'bedava kurs'a dönüp değersizleşen ve sonuç çıkmayan etkinlikler olarak unutmak istediklerimiz arasına koymak zorunda kalıyoruz. "Nasıl olsa bu sayı düşer" diye kalabalık sınıflar açmaktan da vazgeçmek gerek.

Kültür-sanat eğitimindeki 'şimdilik' yılıbirlik anlayışın bizi ileri götürme ihtimali yok. Yani "Abi sen iyi bağlama çalıyorsun, sen versene bu sene dersi"yle bu gemi yürümüyor! Bu durumu aşmak için öncüler yani eğiticiler yetiştirmek durumundayız.

Çevre-çeperdeki kültür-sanat algısını nasıl dönüştürebiliriz?

Bu soru aslında bir merkezi kültür-sanat politikasının gerekliliğini açığa çıkartır. Sosyalist kültür-sanat yazılarında 'halk kültürünün ilericiliği' gibi bir hikaye sıkça anlatılır ama devrimci bir mücadele yoksa halk kültürünün kendi başına ilerici olduğunu söylemek büyük bir hatadır. Bu konuda 'Türküler bizi özgürleştirir mi?" gibi bir yazı kalemimin ucunda! Yani halk; biz, çoğunluk,%99, muhtemelen Serdar Ortaç dinliyor, Recep İvedik izleyip yerlere yatıyor, "Türk insanı okumuyormuş bak ben okuyorum" deyip ya 'Şu Çılgın Türkler' ya da 'Yüz fırça Darbesi'okuyor, tiyatroyu Uygur Kardeşler'den ibaret zannediyor. Biraz uçlaştırmış olabilirim ama vurgum halkın kültürünün ilerici olmadığına işaret etmiştir sanırım. Bilinç eğer kendinde dönüşen birşey olsaydı biz devrimcilere gerek kalmazdı; herkes birgün bilinçlenirdi ve devrim olurdu, sonra da hep beraber ense yapardık! Ama bilincin, dışarıdan taşınma zorunluluğu dolayısıyla bu işe el atmamız gerekiyor. Tabi Kemalist idealizmin tuzağına düşüp, "Biz olduk-piştik, onları bilinçlendirelim" elitistliğinin kokuşmuşluğuna set çekip devrimci eğiticileri bulmak ve yetiştirmek de. Dahası bunu merkezi bir kültür-sanat politikası haline getirmek...

 Bunları dinleyin diye sunduklarımız kimler? 

Yaptığımız yanlışlardan birisi de çevremizdekilere “dinleyin" diye sunduklarımız. Unutmamak gerekir ki sahnede yer verdiğimiz her kişiye asgari bir kefil olma durumu söz konusudur. Yani mesela CHP'den "Milletvekili olayım, ben orada değişmem, değiştiririm" saflığındaki şarkıcıyı sahneye çıkarırsanız yaptığını dolaylı olarak onaylamış olursunuz. Ya da biraz daha uçlaştırarak söyleyeyim 'arabesk' albümleri yapanları göze sokarsak gericiliğe hizmet ederiz, cumhuriyet mitinglerinin müdavimlerine çiçek verirsek Kürtlerle barışamayız. Bütün bunlara yer verirken, kendi içimizden hiçbir değer üretemiyorsak ya da o değerleri öne çıkarmıyorsak ilerleyemeyiz. Etkinliklerdeki kültür-sanat ile ilgili en içsel şeyler, garip bir şekilde amatörlüğüyle övündüğümüz karikatür sunumlardır.

Kadınlar Nerde? 

Bu değerleri üretme sürecine kadınların etkin katılımı ile ilgili somut sorunlar var. Kadın çalgıcı sayısı pek az ve kadınlar ancak “Grupta kadın da var” şematikliğinde dahil oluyorlar çalışmalara. Bunun şekli de, kapitalist sistemin kadın bedenini metalaştırmasının ta kendisi gibi değil ama zihinlerimizde yarattığı izleri temsil ediyor. Örneğin, kadınlar müzik gruplarında -istisnai örnekler dışında- sadece şarkı söylüyor. Bestelerin çoğunluğu erkekler tarafından yapılıyor, çalgılar erkekler tarafından çalınıyor. 8 Mart etkinliklerinde kadın çalgıcı bulmak için arkeolojik kazı yapılıyor neredeyse! Dolayısıyla müziğimizin içerisinde kadının varlığından ve duygusundan bahsetmek pek olası değil. Bu elbette bir tesadüf değildir ve büyük oranda, genel anlamdaki kadın mücadelesinin eksikliğinin bir sonucudur. Fakat bu somut soruna dair somut çözümler üretmeye kalkışabiliriz. Öte yandan 'eklektizm'e düşmemek önemlidir. Yani fiiller, sunumlar, yaptığımız çalışmalar politik anlamda nasıl bir bütünlük içeriyorsa, kültür-sanat alanında da aynı şekilde eklektikliği, komikliğe terketmek gerekir. Hiçbir kültür-sanat ürünü ideolojik alandan muaf değildir. Bu tespit onun günün sınıf ilişkileri bağlamında 'şıppadanak' tahlil edilebileceği anlamına gelmez. Neticede bir dolaylama ve bir şifrelemedir ve anahtar da biraz 'Şairin Elinde'dir. Dolayısıyla her sunumun bir söylemi vardır ve bu söylemi bütünlüklü hale getirmek önemlidir.

Kültür-Sanat Alanındaki Öncü çalışmalar nasıl yaratılmalıdır? 

Bu tip tartışmaların vazgeçilmez örneklemi Grup Yorum'dur. Ne kadar değerli ve direngen bir grup olduğunu söylemeye gerek yok zaten. Peki bugün devrimci kurumların içinden yeni öncü çalışmalar neden büyüyemiyor? Buradaki temel eksiklik genel kültür-sanat politikasının yoksunluğudur, "gençler gelsin, saz çalsınlar, dolsun taşsın buralar" gizil mantığının sonucudur ve aşılabilir. Buradaki sıkıntıların başında ekonomik alan geliyor ama piyasa ilişkilerine gömülmeden de epeyce yol yürünebilir. Şimdilik tartışma dışı bırakıyorum bunu. Diğer sıkıntı da kültür-sanat alanının genel olarak sığmazlığı ve bağımsızlık talebi. Kültür-sanat alanındaki çıktıların üstten aşağı belirlendiği modeli hiçbirimiz istemeyiz.

Popülerliğe nasıl bakılmalı? 

Pop, gündelik bir kültürdür. Her dönem var olduğu gibi iddialar olsa da aslında kapitalist kültürün bir biçimidir. Pop kültür, kendi ikonlarını bize dayatır, şarkıları hiç sevmesek de ezberleriz, sabah programlarını hiç izlemesek de kim var, kim yok biliriz. Bu kapitalizmin tecavüz kültürüdür. Öte yandan Bandista da oldukça popülerdir bugünlerde. Bu durum, onun kapitalizm tarafından dayatıldığını göstermez. Bu bağlamda 'popülerleştirme', sıkça başvuracağımız bir fiil olmalı. Buradaki kritik nokta kişinin değil, yaptıklarının popülerleştirilmesidir. Mesela 1 Mayıs Marşı'nı belki yüzbinler biliyordur ama Sarper Özsan'ın ismini pek az kişi duymuştur. Belki de çoğumuz Cem Karaca ile özdeş tutmuşuzdur.

Popülerleştirmenin yapılabilmesi için internetin önemli bir araç olduğu açık. Bunun yanı sıra periyodik etkinlikler, film gösterimleri, dinletiler yapılmalı. Buralarda popülerleştirilmek istenene vurgu yapılmalı.

Kültür-Sanat Alanı teorik planda nasıl tariflenmeli? 

Bilindiği gibi Nazım Hikmet gibi devrimci olan sanatçılar da vardır, Dali gibi faşist olan da, Orhan Pamuk gibi liberal olan da. "Bunlar da sanatçı mı?" sapması duygusallığı aşamaz. Sosyalist kültür-sanat yazılarının genelindeki sıkıntılardan bir tanesi ve bence en önemlisi kültür-sanat alanının içine dalmamasıdır. Daha çok yüzeyde bir değerlendirme ve politika ile ilişkileri bağlamında bir dokunuş ve 'sanatçı duyarlılığı', 'sanatçının görevleri' gibi abuk-sabuk kavramlarla sanatın ve sanatçının gerçek konumunun tespitinin üzerinden atlanması görülür. 'Temel Demirer'vari, dönem dönem 1 doz almanın iyi geleceği metinlerdeki “Nazımlar, Sabahattin Aliler, Mayakovskiler, Victor Jaralar, Ruhi Su” gibi 'geçmişte iyiydi de şimdi yok' kıvamı bizi ilerletmiyor. Hala dergilerimizin arkasında Nazım Hikmet'ten 'Tahir ile Zühre meselesi' var. Bir sürü aklı başında yazan-çizen var, kapsayabilirsek ne ala! “Artık neden iyi şair çıkmıyor?” sorularında boğulmak saçma değil mi, çünkü kahramanlığın süresi doldu, artık Nazım tadında bir popülerliğe sahip olacak maddi koşullar ortadan kalktı. Her yer şarkı, şiir, kitap. Ancak biz ayıklayıp, belirginleştirirsek büyür.

Eksik bıraktıklarımızdan biri de 'öneri'. Genelde eleştiri metinleri ağırlıktadır. Yani mesela Nurettin Rençber, Cevdet Bağca gibilerinin 'arabesk' olduğu, Ezginin Günlüğü gibi grupların 'küçük burjuva duyarlılığı' aşıladığı gibi tespitler yapılmıştır ama bir türlü "şu şu şarkıları dinleyin" denemiyor!

Bir de biraz bağlam dışı olmakla birlikte 'amatörlüğün kutsanması' meselesine geri dönmek isterim. HES'lere karşı rap şarkı yazıp söyleyen köylü kadınların kutsanması meselesi iyi bir örnek. Kendi sorunlarına dair bir şarkı yazmaları güzel, köylülerin rap şarkı söylemesi 'şaşırtıcı', kadınların söylemesi 'umutlandırıcı', kısa vadede bir mücadelenin şarkısı olması dolayısıyla sevindirici ama uzun vadeli toplamda bir popülizm malzemesinden başka pek az şey! Bunları bu kadar merkeze almak yersiz! Mesela halk koroları değerlidir ama bir kerelik olanı değil, süreklileşebiliyorsa değerlidir. Yoksa 'tribünlere'dir.

 "Bizim yürüteceğimiz İngilizce ya da Matematik dersinin amacı ne olmalıdır?"

Normalde bu dersler ya sınavlara hazırlamaya dönük ya da okula destek şeklinde oluyor. Bu da müfredat ve örneklem havuzu olarak kapitalizmin malzemelerini ve yöntemini uygulamamıza yol açıyor. Burjuvazinin, feodal aristokrasiyi devirmesini hazırlayan bilimsel, kültürel ve sanatsal patlamaya bakıldığında gözler kamaşır. Bugün de bizim burjuvaziyle bir anlamda 'yarış' içinde olduğumuz doğrudur ama tam olarak aynı kulvar değil! Eğer işçi sınıfının bilgi birikimi ve kültürü burjuvanınkini aşmaya başlamışsa öznel koşulların iyice güçlendiğini görürüz. Dahası yeni bir toplumun şimdiden inşa edilmeye başlanması, buna kafa yormak, dönemsel pratikler yapmak, denemek önemlidir. Dolayısıyla sorudaki matematik ve ingilizce eğitimine dokunursak bunların da ideolojimize uygun amaçlar doğrultusunda öğretilmesi gerekliliği belirir. Şöyle bir örnek: ÜDS sınavının bir tanesinde (sanırım 2009) bir paragraf sorusunda, nükleer enerjinin ne kadar güvenilir, temiz bir enerji çeşidi olduğu, bütün dünyanın bunu kullandığı anlatılıyor ve soru da bu bilgi temel alınarak çözülüyor. Bu, açıkça bir ideolojik bombardımandır. Burada nükleer enerjiye karşı uyanık olmayan birisi bu bilgiyi hemen yutacaktır. Bu uç örneğin yanı sıra, "Ali ata bak" gibi daha nötr görünen örnekler de dahil olmak üzere bütün eğitim materyalleri ideolojiktir. Biz eğer yaptığımız matematik dersi ve yarattığımız devrimci değerle burjuvazinin a,b,c,d,e'den oluşan matematiğini aşmak niyetinde değilsek yanlış yoldayız. Yani matematik dersinin amacı çocuklarda matematiği sevdirmek ve analitik düşünebilme becerisi kazandırabilmek gibi maddeler olmalı. Büyüklere matematik anlatırken, matematiğin dünyasını kavramak ve kavratmak olmalı amacımız. Üniversite sınavındaki sorulara kıçıyla gülebilecek öğrenciler yaratmak çok zor değil. İngilizce öğretirken de devrimci mücadelenin dünya çapında olması dolayısıyla ve ingilizcenin de dünyanın dört bir yanında konuşulması dolayısıyla enternasyonal bir örgütlülüğe katkı sunacak şekilde öğretilmelidir. İngilizce öğrenirken hem "bir dil nasıl öğrenilir"in bilgisini almalıyım hem de öğrendiklerimi pratikte ne yapacağıma dair öngörüler ve yönlendirmeler olmalı. Mesela bir çeviri atölyesi kurmak gibi. Yoksa pratiğe akmayan bilgiden ne hayır gelir?

Yukarıda biraz dağınık ve eksik de olsa sıraladıklarım merkezi bir kültür-sanat politikasının ve bunun temel fiillerinin oluşturulması gerekliliğini dayatıyor.

24 Şubat 2012, Mersin

Posted by Halksanat on 14:56. Filed under , , , , , . You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0

0 yorum for Devrimci Bir Kültür-Sanat Politikası Şart! - Serdar Türkmen

Görüş belirtebilirsiniz

İletişim...

Her türlü eleştiri, görüş ve katkınızı admin@halksanat.orgadresine ya da iletişim formunu kullanarak iletebilirsiniz.

Yazarlar

dımtıs

Büyüteç

Loading...

2011 Halksanat --Copyleft