Devrimci Bir Kültür-Sanat Politikası Şart yazısı üzerinden tartışmalar
tartışma, yazıçeviri 02:35
Devrimci bir kültür-sanat politikası şart! yazısı üzerinden bu alana dair bir tartışma başlamış oldu. Tartışma ve yorumlar aşağıda. Geri dönüş geldikçe yenilenecektir.
TARTIŞMA
Murat Dural "Bu soru aslında bir merkezi kültür-sanat politikasının gerekliliğini açığa çıkartır. Sosyalist kültür-sanat yazılarında 'halk kültürünün ilericiliği' gibi bir hikaye sıkça anlatılır ama devrimci bir mücadele yoksa halk kültürünün kendi başına ilerici olduğunu söylemek büyük bir hatadır. Bu konuda 'Türküler bizi özgürleştirir mi?" gibi bir yazı kalemimin ucunda! Yani halk; biz, çoğunluk,%99, muhtemelen Serdar Ortaç dinliyor, Recep İvedik izleyip yerlere yatıyor, "Türk insanı okumuyormuş bak ben okuyorum" deyip ya 'Şu Çılgın Türkler' ya da 'Yüz fırça Darbesi'okuyor, tiyatroyu Uygur Kardeşler'den ibaret zannediyor. Biraz uçlaştırmış olabilirim ama vurgum halkın kültürünün ilerici olmadığına işaret etmiştir sanırım."
Yazı genelinde güzel tespitler yapmakla birlikte yukarıdaki bölümdeki yanlış tespiti belirtmek istedim. 'Halk kültürü' modern toplumun, tüketim toplumunundan ayrı tutulmalı. Halkın en çok tükettiği kültür metaları popüler kültür içinde ya da kitle kültürü, kültür endüstrisi kavramları içinde incelenebilir. Halk kültürü yoksa -bilirsin- Yunus Emre'dir, Aşık Veysel'dir, Çarşamba'yı Sel Aldı'dır, anonimdir, telif haksızdır, türküdür, manidir... Kapitalizm kendi küresel tektip kültürünü popülerleştirip kendini yeniden üretirken 'halk kültürü'nü öldürür.
Serdar Türkmen
Aslında iki tane halk kültüründen bahsedebiliriz belki. Birisi tırnak içinde yazılır. Yine de ikisi de gerici karakterlidir.
Bir tanesi Yunus Emre, Aşık Veysel -hadi ben ekleyeyim Pir Sultan, Dadaloğlu falan...- kanalı, ötekisi de Serdar Ortaç kanalı.
Bildiğin gibi Aşık Veysel kabaca söylemek gerekirse bir dayatmadır. Mahsuni Şerif değildir meydanların adı ama bir sürü Aşık Veysel sokağı, caddesi...
Öteki de senin de söylediğin gibi kitle kültürü adlandırılan Adorno tarafından ısrarla irdelenen kavram.
Yine de şöyle bir şey yazayım: halkın bugündeki kültürü Yunus Emre midir? Feodal döneme ait şarkıların halk kültürü, bugünkülerin popüler kültür veya kitle kültürü olduğu söylenebilir mi? Kapitalist dönemin halk kültürü "Aman belimizde kılıncımızın kirmani" şeklinde olabilir mi? Ben bu sorulara çok net bir şekilde "Hayır" cevabını vermekle birlikte, geçmişteki ürünlerin bugüne hangilerinin, hangi şekilde taşınabileceği konusunda sorular sormaktayım.
Eğer halk kültürü derken Dadaloğlu kanalından bahsediyorsak, bir araştırma konusu olabilir ama bugünün kılavuzu değil. Geçmişin ilerici bir değeri olarak inceleriz. Bugüne aynen almayız. Mesela "Yarin yanağından gayrı herşeyi paylaşmak" lafını bugüne taşımayız çünkü geçmişte komünist manifestoda da tartışıldığı üzere, 'kadınlarınızı paylaşmak' gibi bir 'suçlama' var. Bugün, yarin yanağının paylaşıp paylaşamamın 'yar'in bileceği iş olduğundan orada bırakıyoruz o kültürü ve bu yeni yarattığımıza da 'sosyalist kültür' demek zorundayız. Çünkü mücadeleye dayanıyor.
Eğer halk kültürü derken benim yazıda örneklediğim Serdar Ortaç kanalından bahsediyorsak, zaten kapitalist propaganda yapıyordur ve açıkça gericidir.
Murat Dural
Adorno ve Horkheimer açıkça 'kitle kültürü' terimini kabul etmez ve yerine benim de çok iyi bir kavram olarak bulduğum 'kültür endüstrisi' kavramını koyar. Buradaki amaçları kitlelerin kendi yaratmadıkları kültürü yaşadıklarını, kitlenin ürettiği bir kültüre sahip olmadığını, endüstri olarak üretilen ve kitlelerce tüketilen bir kültür kavramını vurgulamak. Ben de buna katılıyorum.
Halk kültürünün temel ayrıldığı nokta burası belki de. Geçmişte Yunusemre'den ve nicelerinden bahsederken halkın içinden yetişen ve halkı anlatan insanlardan bahsederiz. Ya da anonim türküleri dinlerken o coğrafyanın, o tarihin yaşananlarını dinleriz, onları yaşarız. Her türkünün, ezginin bir hikayesi var. Kuşaktan kuşağa aktarılırken yaşananlar da gelecek kuşakların yaşadıkları olur.
Bunlar yaşanılan tarihte, tüm coğrafyada bilinmeye başladıkça da popüler kültür olur. Ama buradaki popüler kültür endüstrileşmiş kültürden ayrıdır. Zaten popüler'in kelime anlamı da halk tarafından benimsenme anlamını taşır.
Kapitalizm döneminde ise kültür DVD'ler halinde, kitap basımları halinde, mp3ler halinde hem somut hem soyut olarak seri bir biçimde üretilir. Kültürü endüstriyel bir biçimde üretip popülerleştirir, popülerleştirdiği değerleri gerçekler olarak halka yaşattırırken kapitalizm, kendini yeniden sürekli üretir. Burada temel amaç tüketimdir. Üretim çeşitliliği artsa da eserlerin tektipleşmesi söz konusudur. Zaten Feridun Düzağaç ve Teoman'ın ayrı ayrı yerlerde 'Müziğin matematiğini çözdüm' açıklamalarını okuyabiliriz. Serdar Ortaç'ın 'Müzikte 7 nota var kaç farklı şarkı olabilir ki' açıklamasını sen de çok iyi bilirsin. Rekabet içinde sıradanlaşan, sürekli tüketim gerekliliği içinde anlamını yitiren kültür metasının bir Popkek'ten, bir şapkadan farkı kalmamıştır.
İşte burada bir halk kültüründen bahsedemeyiz, çünkü burada bir halk yoktur bir tüketici vardır. Nasıl burjuva siyaset halkın siyaseti değilse -çünkü burada halk 'seçmen' olarak tanımlanıyorsa- burada da halkın sahiplenmemesi gereken; çünkü tüketim kültürünün değerleri, aşkları, saçma ahlakının pasif bir tüketicisi olduğu bir kültür var.
Peki halk kültürü ne olabilir bu sistem içerisinde? Benim aklıma HES direnişleri sırasında köylü kadınların yazdığı rap şarkısı geliyor mesela. Bir yaşanmışlık var, ileri çağların popüler bir müzik türünü uyarlama da var ve o coğrafyanın kokusu var. Ya da aklıma yine HES direnişlerinde Karadenizli köylülerin yazdığı şiirler var. Coğrafyanın yaratıcılığını ve zekasını gösteren cümleler, kelime kalıpları, deyimler de var.
Tabi bir yandan da geçmişin halk kültürünü, kültürel mirası endüstrileştirme, popülerleştirme var, ticari amaçlarla kullanma var. Örgütlü kapitalizme karşı örgütlenmemiş halkın gerçek olarak yaşadığı hem günümüzü hem geçmişi kirleten bir kültür hegemonyası var. Ama burada Aziz Nesin'in çirkin bir tabir olarak kullandığı koyun ya da aptal bir halk değil çaresiz-geçim derdinde-ailesini ve kendini bataklıktan bir şekilde bir yere kadar kurtarmaya çalışan insanlar var.
Aradaki sınırlar çok göreceli ve tartışmalı. Ama tüm boşlukları metalaştıran -ki buna hava ve su da dahil- kapitalizmin hala saramadığı o yerlerde halk hala kültürünü yaşamakta ve direnme mücadelesi sırasında da kendi kültürünü örebilmekte. Temel karşı olduğum nokta, Serdar Ortaç ve 'halk' kelimelerinin aynı cümle içinde olması.
Halk kültürünü yaşatırken direnmekte, ama direnme sırasında kültürle bunu zenginleştirmek zorunda, kültürel olarak verilmeyen mücadele örgütlü mücadeleyi güdük bırakır her zaman.
Serdar Türkmen
"Halk" kavramına daimi bir üretkenlik ve öznelik atfettiğin çerçevede haklısın. Ama halk -eğer ezilen çoğunluk anlamında kullanıyorsak-, kabaca söylemek gerekirse nesnedir. Özneleşmek için örgütlenir ve devrim yapmaya çalışır.
Kapitalistler ise yine kaba olarak, üretimi belirledikleri için özne ama sürekli büyümek zorunda olduklarından nesnedirler.
Kapitalizmde, ezenlerin ve ezilenlerin sanatı arasında çok belirgin çizgiler olmayabiliyor bugün.
Geçmişte sarayda üretilen ve tüketilen sanatın ezilenlerle buluşma şansı oldukça az olduğundan ve egemenlerin kendi sanatlarını "üst" bir sanat olarak görüp, sadece kendilerine layık olduğunu düşünürlerdi.Dolayısıyla kendi kültürlerini ezilenlere dayatmak gibi bir gereksinimi yok.
Fakat kapitalist, bunun da gölgesinin para edebileceğini kavradı. Parayla girilen konserlerin 1800'lerde yapılması bunun açık bir örneği. Sanatçı böylece aristokrasinin kollarından, burjuvazinin kollarına doğru sıcak bir geçiş yaptı.
Bu, aynı zamanda kapitalizmin kendi ihtiyaçları doğrultusunda 'öngörülebilir pazar' yaratmak amacıyla yapılan bir eğitimdir.
Elbette ezilenler buna bilinçli-bilinçsiz direndiler. Urfa'lıları zorla klasik müzik konserine soktular ve çıkışta "Böyle zulüm görmedik" karikatürü çıktı ortaya. Geçmişten taşınan kültürü bırakmamak için bir sürü 'özü bozulmamış' işler yapıldı. Tabi bunlar bugüne yenik düştü; doğal olarak. Ya da ha düştü ha düşecek!
Çünkü bugün artık 'Allı Gelin' yok ve suya gitmiyor, su musluktan akıyor!
Türkülerdeki temel mevzu halkın kendini ifadesiyse ve bir sürü sapkın söz ya da kadını aşağılayıcı söz bu kültürün içerisinde nasıl palazlanmışsa, bugün de "Ya benimsin ya kara toprağın" edebiyatı halkın gerçekliğidir. Tecavüz dizilerinin tıklanma rekorları bu halkın gerçekliğidir.
Yani `halk kültürü` oldukça kaypak bir zeminde durmaktadır. Kendi kendinde dönüşen, ayıklayan bir tarafı olduğunu söylemek, -henüz söylenmedi gerçi- onun iktidar ilişkilerinden bağımsız birşeymiş gibi gösterme tehlikesiyle yüz yüze gelir. Yine de ilerici yanlarını, dönemlerin kendi tarihsel sunumlarıyla birlikte bugüne taşımak anlamlı olabilir.
Elbette halk kültürünün ilerici taraflarını bugüne taşıyıp, aşalım ama asıl 'devrimci kültür' ya da 'sosyalist kültür' gibi kavramlar üzerinden düşünmek gerekiyor.
Murat Dural
Cevapta belirtilenlerin birçoğuna katılıyorum. Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber kopyala-yapıştır modernizmle beraber halk; üstüne yapıştırılmaya çalışılan batıcılığa karşı direnmiştir de, karikatürize de olmuştur. Uluslararası pazara açılmasından itibaren de, küreselleşme ile eşgüdümlü olarak, küçük kültür adacıkları dahi yok olma tehlikesi içerisinde olmuştur.
Ve de evet, halk kültürü dönemin koşullarına göre düşünülmelidir, ve de evet halkın ürettiği herşey ilerici de değildir, sosyalist-devrimci bir kültürle beraber ileriye taşınmalıdır.
Bu nasıl olabilir diye uzunca bir tartışma yaratmak gerekiyor. Önce bunun maddi koşulları hazırlanmalı, önce büyük tarihsel süreçle beraber gelen o halkın öz kültürü korunmalı, kültürdeki geleneksel gericilikler özneleşen halkın iknasıyla yıkılmalı. Bunun maddi koşulları ne olabilir?
(Şunu da parantez içinde belirtmek gerekiyor, alt kültür ürünleri ne halkla ilişki kurulabilecek ne alternatif olabilecek ne de toplumsal ilişkileri değiştirebilecek örneklerdir. Yeni bir dünyanın kültürü olmaktan öte sistem içerisinde eritilen, sistemin tüketim çeşitliliğinin bir parçasıdır.)
Mahalle komünleri -örneğin- kurulmalı, tüketim kültürünün rekabetçi-sapkın-gerici değerleri bitirilmeli, o mahallede yaşayan her halktan her insan, özellikle çocuklar, kardeşçe yaşayabilecekleri o öz mekanları içerisinde kendi kültürlerini kaynaştırabilmeli, örgütlenen insanlar olarak mücadele sırasında kendi ahlaki değerlerini oluşturabilmeli.
Bu arada evet, iktidar ilişkilerinden ayrı düşünülmemeli halk ve kültürü. Bu yüzden o hiyerarşik iktidar ilişkilerini kendi yaşam alanlarında önce öldürebilmeli, hem piyasanın iktidarından bağımsız hem de hiyerarşik iktidar olgusundan bağımsız yarattıkları komünlerle, meclislerle yeni bir dünyanın örneğinde 'insanca bir yaşamın devrimci bir talep olduğu' zamanda, insanca yaşamın koşullarını oluşturup buradan da insanın, insanca'nın kültürünü oluşturabilmeli, bu karşıt kültürün, alternatif kültürün adını da 'insancanın kültürü' yapabilmeli.
Örneğin mesela, Fatsa'da yaratılan o yaşam alanı, kültür oluşturma-yaratma sürecine de girmişti, tam uyar mı bilmiyorum 'Fatsa Çocuk Korosu' güzel bir örnekti.
Ve evet çocuklar çok önemlidir. Mahallelerde çocuklara -biz üniversiteliler olarak- ders verdiğimizde yaz aylarında, onlara devletin ideolojik aygıtı olan eğitimin sistematiği içerisinde değil yaşamı değiştirme adına içselleştirmelerini sağlamak gerekiyor onlara sunduğumuz şeyleri. En öncesinde 'nasıl sorgulanır'ı sorgulatmak gerekiyor. Bu mahallelere hem çizgifilm derslerini, hem tiyatro hem kukla derslerini, üniversitenin tüm yaratıcılığını taşıyıp en yaratıcı şekilde vermek gerekiyor.
Çocukların yaratıcılıklarını sonuna kadar kullanmalarını sağlayıp kendi küçük yaşam alanlarında yeni ilişkiler yaratmalarını sağlamamız gerekiyor. Yeni dünyanın insanları olan çocukların hayallerinde oluşan o güzel dünyaları sanatla, kültürle, iletişimle ortaya çıkarmamız, çıkartmamız gerekiyor.
Aynı zamanda mahallenin dokusunu değiştirmek adına tüm mahalle halkıyla yapacağımız sohbetlerde izlediğimiz dizilerin aslında ne olduğunu tartışmak, toplumsal ilişkilerde doğru iletişimin neleri değiştirebileceğini tartışmak-geliştirmek gerekiyor. Hem anneye hem babaya hem abi-ablaya taşımak gerekiyor üniversitenin tüm dönüştürücü entellektüelliğini.
Ve o mahallede yaşanılan hala kaybolmamış insani ilişkileri içselleştirmemiz, sentezlememiz; sağlam yıkılmaz ilişkilerle kaynaşmamız, sınıf ayrımını kültürde silmemiz gerekiyor.
Halktan ayrı özneler değiliz biz, halkın aydın tarafıyız, entellektüel tarafıyız. Bunu da unutmamamız gerek.
Ve de kendi küçük yaşam adacıklarımızda, evlerimizde, kendi ev komünlerimizi yaratmamız, burada yeni, farklı, ilerici bir dil oluşturmamız, buralarda yeni üretim ilişkilerini, eşit iş bölümünü sağlamamız gerekiyor. Bu evlerde ortaya çıkan küçük kültürü sunmamız gerekiyor gelen her misafire, gittiğimiz her misafirlikte.
Yaşı kaç olursa olsun, her devrimciöznenin (yani değişen ve değiştiren özne) kendi tezlerini oluşturması, bunun için de elbette, çok fazla insani ilişki kurması, çok okuması-çok yazması gerek.
Serdar Türkmen
Pratik olarak nerelerden başlanabileceğine dair iyi bir aktarım yapmışsın. Hemen hepsine katılıyorum. Tartışmanın eksenini kaydırmak pahasına birşeyler daha yazmak istiyorum.
Bir arkadaşım ^'İşçi Romanları' üzerine bir çalışma yapıyor. Pek az örnek var. Bunların da çoğunluğunda nitelik ve kavrayış problemi var. Bunun neden böyle olduğunu sorduğumuzda hepimizin bildiği bir cevap geliyor: "Çünkü işçilerin kendisi yazmıyor". Elbette bu tartışma Marx ve Engels'in birer 'küçük burjuva' olarak işçi sınıfının tarihsel rolünü ortaya koymasına kadar götürülebilir. Öbür tarafı da bugün milyonlar tarafından söylenen 'Enternasyonal' şarkısının sözünün ve bestesinin işçiler tarafından yazılmış olması. Bu konuda Evrensel Kültür'ün 1992 yılındaki bir sayısında 'İşçiler ve Sanat' başlıklı bir dosya var. İşçi romancı, şair ve işçi korolarından bahsediyor.
Evet, işçilerin bunun için zamanları ve geçmişten bugüne biriktirdikleri olmadığından, kendi kültür-sanat ürünlerini oluşturamıyorlar çoğu kez. Bence bunun yolunu açmak için yöntemler bulmak gerek. 2007 yılında Mersin'deki Liman Direnişi'nde bir tane işçi bağlama çalmasını biliyordu. Eylemlerde önce halk türküleri söyleniyordu, davul-zurna geliyor halaylar çekiliyordu. Bunlar hep devam etti ama yetmedi ve bir tane potpori slogan-şarkı yarattılar. Ben de besteyi sistematik hale getirip kayıt ettim. Bunu 'Direniş Limanı' adlı belgeselinde kullandı Kadir Baziki. Fakat burada şöyle bir sorun var ki, direniş bitti ve o bağlamacı hala 'Allı Gelin' çalıyor muhtemelen. Direniş sıçramayı tetikledi ama süreklilik? Hes'lere karşı rap şarkı yapan köylü kadınların yaptığının önemli birşey olduğunun kabulü ama merkeze almanın yanlışlığı da burada ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla senin bahsettiğin şeylere paralel olarak söylüyorum ki, tabandaki politik örgütlenmeyle beraber yürüyecek bir estetik örgütlenme de şart.
Tabi ki 'halk' diye bir tanım attığımız zaman biz de içine gireriz nicel olarak. Ama nitel olarak aynı zamanda bir 'öncü' görevini üstlenmek dolayısıyla da 'halk' dışımızda kalıyor mecburen.
YORUM
Derviş Eroğlu
Kültür ve sanata bizlerin bakış açısı, gerek içerik gerek biçim olarak farklı olmalıdır. Yani kapitalist dizilerde sorunsuz öğrenci evleri elektrik su fatura derdi yok,harç ödemede sıkıntı yaşamayan öğrencileri kalkıp bizim de aynı şeyi göstermemiz doğru olmaz. ve budurum çoğaltılabilir saçma sapan şarkıları kalkıp bizler yapamayız,yapmamalıyız. biz sanattan ezilenlerin sıkıntılarını, ve bu sıkıntıların sebeblerini bu sıkıntıların çözüm yolunun nerede ve nasıl olduğunu açıklayacak, gösterecek,
devrimci mücadele de sanat binlerce mücadele alanından biridir.yıllardır boş bırakılması,kitlelerin hoşlandığı tazrda sanat yapma kaygısı devrimci sanatı yoksullaştırdı. ve devrimci sanatın her alanında olduğu gibi müzik alanında da tekkeler oluştu. grup yorum tekkesi buna bir örnek.şiir de nazım tekkesi. olması gereken bu değildi. bu sanatçı insanların sanatından beslenenlerin bunu daha ileri taşıması gerkli iken durağanlığı başlatanlar bunlar oldu.(grup yorum)
halk kültürünün ilericiliğine dair: bunu doğru şekilde anlayabilmel için halkın sözcülüğüne sözlü ürünlerine şarkı,destan türkü efsanelerine bakmalıyız.ve her birini kendi çağının koşulları içinde değerlendirmeliyiz aksi halde yanlışa düşeriz
bir dadaloğlu, ince memed ve diğer türkülerin söylenegelmesinin nedenlerine bakalım.bu türkülerdeki isyan,acı ve sevgi iç içeliği toplumun somut olaylarına dayanıp ezilen insanların dili olduğundan söylebnegeliyor. genellikle de anti-feodal direniş ruhunu bulabilmekteyiz. bu anlamda halk kültürü gerçekten ilerici bir rol oynamıştır ve ilericiydi.
çürümüş düzeni kaldıracağız
haksızın haddini bildireceğiz
halkımızın yüzünü güldüreceğiz
bundan böyle sozyalizm geliyor' diyen Aşık Haşimi'yi
kafalarda romatizma
vuracak emperyalizme/
YORUM 2
Arif Adalı
1-Yazının bazı yerlerinde sokak dili kullanılmış. yada daha yumuşak olmalı diye düşünüyorum. saçma-sapan belirlemesi doğru ama yazının bütününde kaba kaçıyor.
2-Ücretli-bedava kurs konusunda bir önerin olması gerekiyor, ama belirsizlik var.
3-Bu marxist toplum ilişkileri, alt yapı- üst yapı değerlendirmesi doğru ama yetersiz. yani bütün biçimlenme ve bilinçlenme bundan türemiyor bence. gerçi bu ağır bir tartışmaya doğru gider ama yinede bu yaklaşımın, insanı aşırı derecede edilgen bir konuma ittiğini düşünüyorum. Ekonomik ilişlkiler belirleyenin bir parçası ama sadece kendisi değil.
4-Sorunun kaynaklarından birine devlet, iktidar, erk olma isteğini eklemek gerek kanımca. Bunu para ilişkisinden ziyade ruhsal bir olgu ele alabilirsin. (her şey para değil hoca:-)) ) yani anarşizmin bakış açısıda eklenmeli.
5- Tartışma da kadın yok mesela. Kadını sadece üreten bir cins değilde, yani endüstriyel toplumun bir parçası olarak değilde, yaşamdaki tamamlayıcı yanı ile dahil etmek gerekir diye düşünüyorum. Kadının tüm duygu, sezgi ve beden gücüyle aktif olduğu bir toplumda sanatın daha iyi bir noktaya ulaşacağını düşünüyorum. ve kadının yapacağı sanatında başka bir duyarlılık oluşturacağı kanısındayım. doğurganlığı, şevkatli ve koruyucu yanı onu erkeklerden ayırıyor çünkü.
6- Ve bu mücadele etmek gerektiği düşüncelerinde sürekli eksik bulduğum bir yan da şu: psikolojik motivasyon. Yani kişinin neyi, niçin yapması gerektiği düşüncesi. Tamam, değiştirmek, zorbaya karşı olmak gerek. Ama neden! Elbette senin bu yazının hedefini aşan bir açıklama bekliyor, ama biraz vurgulanabilir gibi.
