Moliere yaşasaydı kıskanırdı: "Leyla ile Mecnun" - Halil Türkden


Yokuşunda çocukların oyunlar oynadığı ve balkonlarında  yeni yıkanmış çamaşırların asılı olduğu mahalle dizileri  hepimize sıcak ve samimi gelmiştir. ‘Leyla ile Mecnun’ hem  sıradan olanı absürd bir dille aktarıyor hem de bunu  yaparken çok eğlendiriyor.

Burak Aksak’ın senaryosunun başrolünde tanıdık konular var. Erkeklik, sevdiğine kavuşamama, acı çekme gibi olmazsa olmaz arabesk motifler var ama bu dünya başka bir dünya.
Aslında Türkiye’deki televizyon izleyicisinin pek alışık olmadığı bir tür ‘absürd komedi’. Daha önce ‘Kaygısızlar’ ve ‘Yedi Numara’ az da olsa dokunmuşlardı bu notalara. Leyla ve Mecnun’un yönetmeni Onur Ünlü ve ortak bir bölüm yayınladıkları ‘Behzat Ç.’nin yaratıcısı Emrah Serbes, popüler dilin ve birbirini taklit ederek varolmaya çalışan yapımların dışına çıkarak absürd duruşlarıyla kendilerine özgür bir konuşma alanı açıyorlar. Bu açıdan bakıldığında ‘Leyla ile Mecnun’ aslında bu ülkenin televizyonları için çok cesur bir girişim olarak görülebilir. Zira dünya çapında bu türün örnekleri önemli başarılara ulaşmış olsa da, Türkiye’de bu türdeki yapım miktarı yok diyebileceğimiz kadar az.
Dünyadaki absürd komedi örneklerine baktığımızda Monthy Python, Mel Brooks, ZAZ ekolü gibi yaratıcılardan başarılı ürünler ortaya çıktı. ‘Scary Movie’ serisi bunun en popüler ama vasatta kalmış örneklerindendir. Coen kardeşlerin de bu tarzın yapılarıyla oynayıp kendilerine has baş yapıtlar çıkardıklarını görebiliriz. Başta, Kubrick’in ‘Shining’inden yola çıktıkları ‘Barton Fink’ olmak üzere, ‘The Big Lebowski’ ve sıradan komedinin tamamen dışına çıkan ‘The Man Who Wasn’t There’ filmleri ile bu tarzda önemli örnekler oluşturmuşlardır. Kısacası bu tarz, Amerika ve İngiltere’de tutuldu çünkü toplumsal meselelerin ve o toplumun mizah anlayışının doğru işlendiğini görüyoruz.
Farklı bir Leyla-Mecnun anlatısı
Hikâyenin özeti şöyledir: Aynı gün hastanede doğan ve yatak azlığından aynı yatakta yatırılan iki bebeğin aileleri, Leyla ile Mecnun adını verdikleri çocuklarını beşik kertmesi yaparlar. Ama 25 yıl sonra, kızın ailesi zengin, oğlanın ise ‘fakir’ olmuştur. Klasik gerekçe bellidir ve bu durumda birbirlerine hiç uygun değillerdir. Ama Leyla ile Mecnun arasındaki tek engel bu değildir.
Dizide temel hikâyeden çok yan karakterlerin her bölüm yaşadıkları maceralar ve aralarındaki diyalogları öne çıkıyor. Dizinin her bölümünde Leyla ile Mecnun’un kavuşamama hikâyesini izliyoruz ama bu yan karakterler o kadar iyi yazılmışlar ki Leyla ile Mecnun’un aşkını unutup bu yan karakterler olmuştur asıl diziyi yürüten. Zaten, bölüm sayısı artıkça, seyircilerin de favorisi haline gelen bu karakterler, yan karakter olmaktan çıkıp dizinin işlemesini sağlayan, dramatik yapının en önemli unsuru haline geliyor.
Leyla ile Mecnun’un kavuşma maceralarında onlar mutlu sona yaklaştıkça öykü daha da absürdleşiyor. Bu absürdleşen hikayede ise yan karakterleri görüyoruz. Bu ekibi bazen C.Nolan filmlerindeki gibi insan bilinçaltında “rüyalarda”, bazen bir müzikal tadında dans edip şarkı söylerken, bazense bir Matrix evreninin içinde boy gösterirken görüyoruz. Dizinin bir bölümü ise tamamen Geleceğe Dönüş ve Görevimiz Tehlike filmlerinin konusu üzerine kurulmuştur.  İşte bu absürd gidişatın kahramanları olan yan karakterlerin bazı özelliklerine göz atalım dilerseniz.
Erdal Bakkal, dükkânının önünde geçen sahnelerde pinti tavırlarıyla ve çözüm üretmek için söylediği her lafın ardından şahsına gönderilen bela dilekleriyle bakkaldan başka her şeye benzemektedir. Evlerin yıkılacağı dramatik bir sahnede Erdal Bakkal, ben bir çözüm buldum deyip ve dozerlerin önüne atlayarak ‘’Bu evleri yıkanın anası babası ölsün’’ diye bağırır.

Hırsız Yavuz ise LCD ekran televizyonlara dayanamaz. Fakat, bir bölümden sonra gözleri görmeyen bir kadına aşık olur ve kendi parasını kazanmaya başlar.
İsmail, dizinin belki de en çok beğeni toplayan karakterlerinden biri. Sürekli iş değiştiren ama hiçbir işte tutunamayan İsmail saf bir karakterdir ve bu ekip hangi şartta nereye giderse onların yanında olur. Saflığı ve sakarlığı yüzünden başına birçok iş gelen İsmail’in her bölümde tekrarladığı bir repliği ise onu daha unutulmaz bir karakter haline getiriyor. Dizinin sıkı takipçilerinden biri olarak ben, hikâyedeki İsmail karakterini Amerikan televizyonlarında 89-98 yılları arasında çok popüler olan ‘Seinfeld’ dizisinin Kramer karakterine benzetiyorum.
İskender, Mecnun’un babasıdır. Onu Leyla’dan vazgeçirmeye çalışan, ama zaman zaman da destek olan bir baba ve taksisini yine bir gün iterek çalıştırmaya çabalarken yitirmiştir. Daha sonra işsiz kalmış ve şoförlüğünü yaptığı her araba yolda kalmıştır. Sürekli bir aracı iterek çalıştırmaya çalışan bir şoför, evini geçindirmeye çalışan bir baba ve Ahmet Mümtaz Taylan’ın ayakta alkışlanacak oyunculuğuyla hayat bulan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Dizinin bir sahnesinde bu ekip gelecekten geçmişe gitmek isterken, yine onun el attığı bir araç olan ‘zaman makinesi’ iterek çalıştırılmaya çalışılır.
Aksakallı Dede karakteri ise senaryoyu daha da absürdleştiren ve Mecnun’un hayatına yardım için gelen bir diğer öğe. Bir gece rüyasına girdikten sonra vücut bulmuş haliyle karşımıza çıkan, çözüm bulmak yerine işleri daha da berbat eden bir Dede.
Daha yukarıda sığdıramadığım tüm karakterlerin ortak özellikleri çocuk gibi olmaları ve hepsinin birer “kaybeden” olması. En dramatik sahnede bile bir çocuk edasıyla lanet eden, geçim sıkıntısı sebebiyle hep bir macera içinde olan ve hep çocuk kalmanın getirdiği bağlılıkla birbirinden kopmayan karakterler onlar. Aslında karakterlerin ortak özellikleri diziyi durum komedisine doğru biraz sürüklese de, dizideki karakterlerin yaşadıkları olaylar absürd tadı hatırlatıyor izleyiciye.
Yan karakterleri açıkladıktan sonra Leyla ve Mecnun’u açıklamama gerek kalmadığını düşünüyorum. İzleyerek tanımanız gerektiğini düşündüğüm ana karakterler arabesk dünyasında mutlu mutsuz Mecnun, ‘farklı’ olmalarına karşın Mecnun’u sevmekten vazgeçmeyen Leyla ve Leyla’dan vazgeçmeyen zengin-kötü karakter Arda.
Kabul etmeliyiz ki, yokuşunda çocukların oyunlar oynadığı ve balkon çamaşırlıklarında yeni yıkanmış çamaşırların asılı olduğu mahalle dizileri hepimize sıcak ve samimi gelmiştir. ‘Leyla ile Mecnun’ söylem olarak bu temayı barındırmasa da içerikte yine o naif duygular ve ‘iyi’ kalmayı başarabilmiş karakterler varlığını koruyor. Söylemin ve bu farklılığın zaten güzelleştirdiği dizide oyuncular ve oyunculuklar ise çok ustaca.
Kaynak: Jiyan.org

Posted by Halksanat on 09:06. Filed under , , , . You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0

0 yorum for Moliere yaşasaydı kıskanırdı: "Leyla ile Mecnun" - Halil Türkden

Görüş belirtebilirsiniz

İletişim...

Her türlü eleştiri, görüş ve katkınızı admin@halksanat.orgadresine ya da iletişim formunu kullanarak iletebilirsiniz.

Yazarlar

dımtıs

Büyüteç

Loading...

2011 Halksanat --Copyleft